9 Ocak 2024 tarihinde, telefonuma ‘Ararat Trans’ gurubuna eklendiniz mesajıyla, son yıllarda yaptığımız gibi yeni bir maceranın başlamak üzere olduğunu hissettim.
"Kimsenin benliğinin derinliklerinden yükselen -kurulu düzeni sarsacak derece haklı- sesleri dinlemeye hazır olmadığını düşünüyorsun, oysa yüksek sesle haykırmadan da yapamayacaksın. Öyleyse dağlara çık, uzaklaş insanlardan ve seni anlayışla karşılayan o ıssızlıkta kelimeleri haykır! Dağ yolcusu, öz varlığına, alem ve yaradılışa toplumun ve kültürel baskıların uzağında bakmaya murad eden kişidir." [1]
Çocukluğum, Ağrı Dağı’nın görünmediği merkeze bağlı uzak bir dağ köyünde geçti. Varlığından haberdardık ancak onunla ilk karşılaşmam sanırım 92 yazıydı. 10 yaşındaydım, bir düğün için başka bir köye seyir halinde olduğumuz aracın camından uzaklarda karlı bir zirve görmüş ve hayret etmiştim. Kuzenim Sadık Abi, ‘Orası Ağrı Dağı, ilk defamı görüyorsun?’ diyerek merakımı gidermişti, sonrasında her nedense uzun yıllar yolum hiç Doğubeyazıt’a düşmedi, ta ki 2003 yazında Ağrı Dağı’nın zirvesine ayak basıncaya dek
2021 kış sezonunda sevgili dostum Âdem Gül‘ün organizasyonu ile Büyük Ağrı Dağı kış trans (dağ aşma) tırmanışı planlamıştık. Ekip; Adem, ben, Güçlü, Osman, Güner, Cemal, Adem, Berkan ve Uta’dan oluşuyordu. Düşüncemiz dağın kuzey (Iğdır) yüzünden kamp yükü ile yükselerek zirve sonrası güney (Bayezid) yüzüne inmekti fakat o tarihte yine idari makamlardan talep ettiğimiz izin kabul görmemiş, biz de planımızı Doğubayazıt yüzünden 2 gün gün travers yaparak kuzeye geçerek gerçekleştirmiştik. O tarihten sonra her kış sezonunda Ağrı Dağı’nda farklı bir proje ile ayak basmayı hayal etmiştik.
Yeri gelmişken dağın tarihiyle ilgili birkaç şey söylemek belki bilgilendirici olabilir. Küçük Ağrı Dağı’na kayıtlı ilk tırmanış 1820li yıllarda Alman kaşif Friedrich Parrot ve Ermeni yazar Khachatur Abovian tarafından gerçekleştiriliyor [2]. Tabi hem sınıra yakınlık hem de yasaklı dönemlerden hem de Büyük Ağrı kadar yükseklik cazibesinin olmamasından dolayı Türkiye dağclığında o kadar da önemli bir yer edinemediği için çok trafik de almıyor. Ararat ismi, bilinen aksine Ermenice değil İbranice’dir ve Eski Ahit'te geçer. Asur, eski Mısır ve Babil uygarlıkları Urartular için bu ifadeyi kullanır (uru-arti). Ararat’ın kelime anlamı olarak Urartu’nun çoğulu olduğunu belirten kaynaklar vardır. Hatta Ermeni kaynakları uzun süre Ararat’ı, antik Gordyene (Corduenne, karkudia) medeniyeti ile ilgili olduğu gerekçesiyle Ararat ismine mesafeli durmuşlardır. Dağın Ermenice karşılığı Masis olup yüksek yer anlamına gelmektedir.
Dağın Kürtçe karşılığı için iki isim kullanılır: Agiri (ateş, kor) ve çiyaye Gli (Şikayet dağı - dağda var olduğuna inanılan tanrılara arzularını, taleplerini ve şikayetlerini ilettikleri yüksek yer)
Dağın Türkçe karşılığı Selçuklu döneminde Eğri dağ olarak geçer, Evliya Çelebi seyahatnamesinde burası için Egıri Dağ ismini kullanır. Farslar ise bu dağ için Koh-i Nuh (Nuh Dağı) der.
Araplar ise Cebel Haris ve Cebel Hüveyris derler. Haris Bekçi, muhafız anlamında gelmektedir. İslam fetihleri döneminde buraya gelen iki komutanın isminden hareketle verildiğini belirtir İslam ansiklopedisi.
Eski Yunancada Abos ve Nibaros derler bu dağlara. Strabon da öyle not düşmüş Geopraphica isimli eserinde.
Agiri, Eğri, Agori.. sözcükleri muhtemelen aynı kökenden gelmektedir. Artık siz ne demek istiyorsanız onu deyin ama lütfen istediğinizi dayatmayın. Mahmut ya da Şakir bile deyin içinizden nasıl geliyorsa…
2023 Nisan ayında Van Artos Dağı’nda dağ kayağı ile Van Gölü’ne doğru süzülürken Âdem ile eş zamanlı düşmüş karda bir süre debelendikten sonra doğrulmuş soluklanıyorduk, o sırada Âdem ‘gelecek kış her iki Ağrı Dağı’nı da trans yapalım’ dediğinde, ‘ikisi bir arada mı?’ diye sormuştum. O da ‘hayır üçü bir arada, biraz şekerli olsun’ diye cevap vermişti. Amacımız biraz da dağ kayağı ile yapılabilecekler konusunda gözlem yapmaktı.
Küçük Ağrı; İran sınırına 16, Ermenistan sırına ise 32 km uzaklıkta, tabir-i caizse üç ülkenin sınır taşı konumunda. Aslında cumhuriyetin ilk yıllarına kadar İran toprağı olan Küçük Ağrı, 1932 yılında yapılan sınır değişikliği teklifi ile 23 Ocak 1932 tarihinde Van’a bağlı olan Kotur’un İran’a verilmesiyle alınıyor.
8 Şubat günü ekibi Van Havalimanı’ndan aldım ve aynı gün Doğubeyazıt’a geçerek Ertur Otel’e yerleştik. Ekip Âdem, İsmail (Demir), Ben, Güner (Dönmez) ve Atilla’dan (Özyeşil) oluşuyordu. Dağdaki lojistik ve diğer bütün yer hizmetleri sevgili Barzani Ceylan tarafından karşılanacaktı.
Planımız sonraki gün Iğdır’ın Aralık ilçesinden Küçük Ağrı’nın eteğinden geçen yolda inerek tırmanmak ve zirveyi aşarak güneyine inmekti, orada Büyük Ağrı’nın doğu yüzüne bağlanarak zirve yapıp duruma göre kuzey veya klasik rotadan inmekti. E-Mail ile yapılan son dakika bildirimi ile, rotanın Ermenistan ve İran sınır hattının sıfır noktasında yer alması nedeniyle tırmanış uygun görülmemişti. Bu da haliyle planların değişikliği demek olacaktı. Otelde toplanıp plan değişikliklerini konuştuk, nihai olarak önceki sezonun bir benzerini yapmaya karar verdik. Aralık tarafından dağa girişimiz mümkün olmadığına göre, biz de Büyük Ağrı klasik rotasından 2900 metrelerde ayrılarak Büyük Ağrı güney yüzü boyunca transit geçerek Küçük Ağrı’ya varacaktık, Küçük Ağrı tırmanışından sonra Büyük Ağrı’nın doğu yüzüne bağlanarak planımızı gerçekleştirecektik. İzin problemlerinden dolayı dağı sürekli olarak farklı yerlerinden dolaşarak çözüm üretmeye çalışmak, Ağrı faaliyetlerimiz için bir rutine dönüşmek üzereydi.
9 Şubat günü son plan doğrultusunda Büyük Ağrı için doğru yola çıktık, Çevirme Köyü rotasından 2100 metrede inip çantalarımızı atlara teslim ederek 2900 metreye kadar yükseldik. Bu esnada rota üzerinde denk geldiğimiz Federasyon ekibi ile bir süre lafladık. 2900 metrede çantalarımıza tekrar kavuştuktan sonra sevgili Barzani bize uzun uzun Küçük Ağrı’nın eteklerine varana kadar gideceğimiz rotayı tarif etti: Öngörülerimize göre en fazla 1,5 gün sonra Küçük Ağrı’nın eteklerinde olacaktık. İlk gün ufukta görünen iri volkan akıntısının eteğine varıp kamp kuracak, sonraki gün Bê(i)çare (3.050m) tepesinin boynundan geçerek Küçük Ağrı’nın eteğine varacaktık. Çantalarımızın yanında aldığımız tarifle birlikte öğlen saatlerinde doğuya doğru yola düşüp yürümeye başladık ancak yürümeye başladıktan sonra bir süre sonra işlerin çok da planladığımız gibi gitmeyeceğini anlamamız çok sürmedi. Zira batak karda yol almak güçtü, üstelik volkan akıntıları içerisinde sürekli yükselip inmek zorunda kalıyorduk. Nerdeyse molasız yürümemize rağmen gün batımına doğru hedeflediğimiz noktaya varamamıştık. Uygun bir yer bulup çadırları kurduk, sıvı alımı ve beslenmeden sonra istemsiz uykunun kollarına bıraktık yorgun bedenlerimizi, ne de olsa yarın gitmemiz gereken çok daha uzun bir yol vardı.
10 Şubat Sabah 08:30’da sıvılar hazırlarmış, kahvaltılar yapılmış ve kamp toplanmış bir şekilde yeniden yola düşmeye hazırdık, doğuya doğru kamp yükü ile yolculuğa devam ettik. Yaşadığımız güçlüğü biraz daha net anlatmak gerekirse irtifamız zaman zaman 3300 metrelere çıkıyor sonra 2900’lere iniyordu ki böyle faaliyetler 3300 metreye kadar yükselmişken kimse tekrar 2900’e inmek istemez çünkü herkes bilir ki bu demotive edici bir iniş olur. Güneş ufukta elveda demeye hazırlanırken geride rüzgarlı soğuk bir hava bırakmıştı, Biçare’nin eteklerindeydik ve Küçük Ağrı zirvesi hala görünmüyordu. Güneşin son ışıkları da ufukta kaybolurken Biçare’nin ismine yakışır bir şekilde, çaresiz bulduğumuz ilk uygun yere kampımızı kurduk. Saat 17:45’i gösteriyordu.
Akşam saatlerinde yaptığımız değerlendirmeler ve gün içinde yaşadığımız yorucu yolculuk neticesinde, dağın eteğine varıp yeni bir kamp kurmaktansa, kampı toplamadan sabah erken saatlerde yola çıkarak Küçük Ağrı’ya ulaşıp zirve yapıp yeniden kapma dönmeye karar verdik. Sabah hareket saati olarak 7:30’a karar kıldık ve sessizliğe büründük.
11 Şubat sabahı herkes hazır olduğunda saat 08:00 civarıydı. 3300 metre irtifadaki kamptan hareket ederek vadinin ağzına vardık ve nihayet Küçük Ağrı bütün ihtişamı ile karşımızdaydı. İki gündür yaptığımız gibi yine alçalmamız gerektiği ve 2750 metre seviyesinde vadiye doğru inerek rota başlangıcına vardığımızda saatler 10:45 idi. 1,5 saat orta eğimli toprak yüzeyde yükseldikten sonra yüksek eğimli donmuş çarşak zemin ile devam ettik -çarşak zemin donduğundan dikkatli olmak gerekiyor, bastığınız yüzeyde sürekli irili ufaklı taşlar kopuyor- taş düşürme olasılığı nedeniyle birbirimize yakın ilerledik.
Küçük Ağrı dik eğimli bir yüzeye sahip, düzgün bir ritimde dengeli şekilde yükseliyoruz. Saat 16 civarında zirveye ulaştığımız esnada artık güneş, Büyük Ağrı’nın batı yüzünü aydınlatarak hoşçakal demeye hazırlanıyordu. Uzun zamandır, en azından duyduğumuz ve bildiğimiz kadarıyla, zirvesine ayak basılmamış Küçük Ağrı’nın zirvesinde olmak doğrusu tarifsizdi. Görece hiç de alçak olmayan fakat Büyük Ağrı’nın yanında heybetini biraz kaybetmiş görünen Küçük Ağrı Dağı’na ilk kış tırmanışına ilişkin açık kaynaklardan herhangi bir kayda ulaşamadım fakat yakın tarihler için 2014 ve 2015 yıllarında iki kış zirvesi olduğunu gördük. Ve artık biz tüm çileleri unutup zirvenin keyfini çıkarıyorduk. Cepheden Ermenistan Aragatsh Dağı çok yakın görünüyordu. Bir süre manzaranın keyfine dalıp, fotoğraf ve birkaç yudum ılık su molasından sonra inişe geçtik. Her türlü geceye kalmıştık zaten.
İnişte yüksek eğim ve donmuş çarşak zemin hızımızı düşürdü, kontrollü şekilde 3000 metre civarına indiğimizde iyice karanlık çökmüştü. Vadinin sağ tarafında güçlü kent ışıkları yükseliyordu, o kadar yakındı ki nerdeyse binalar seçilebiliyordu. İşte orası Erivan’dı. Birkaç fotoğraf ve video çektim, gece karanlığı, serin hava, karşıda Büyük Ağrı’nın silueti ve gökyüzünü aydınlatan Erivan kent ışıkları.
Bu tarifsiz ortam içerisinde çocukluğuma dair hayal meyal oldukça flu bir kare gözümde canlandı: 1980li yılların sonu 5-7 yaşlarındayım. Derme-çatma köy evimizde, gün ortasında babam şişko büyük pillerle çalışan radyoyu eline alır, hassas bir şekilde frekans arardı. Daha iyi çekmesi için radyonun antenine bağlı birkaç metrelik bakır tel tavandaki tomrukların arasında kayboluyordu, Radyoda cızırtılı ve anlamadığımız seler arasında doğru frekans yakalandığında ‘Gelî gohdarên ezîz, niha li Radyoya Erîvanê ne’ sesi duyulduğu anda radyo milim kıpırdatılmadan yayın bitene kadar öylece sabit tutulmaya çalışılırdı. ‘Aziz dinleyicilerimiz, Erivan radyosundasınız’ demekti bu. Erivan radyosunun Kürtçe yayın servisi. Sonrasında biraz müzik çalardı, îskoyê lezgîn ‘leylê xanê’ melodisi net şekilde hatırladığım sayılı anılardandır.
Bütün bu melankolik ruh hali içerisinde iken ‘hade Şexo, acele…’ sesi ile irkildim, seslenen Adem’di, acele etmemiz gerekiyordu. Arkadaşlarım bana Şeyh (Şêxo) der. İddialarına göre hepsi uçtuğuma tanıklık etmiş. Doğrusu ben uçtuğumu hatırlamıyorum ama ikna olmak üzereyim.
Kampa vardığımızda saat gece 11:40 olmuştu. Aşırı yorulmuştuk, yemek ve içecek ile uğraşacak takatim yoktu, İsmail’ in ısrarı ile bir şeyler atıştırdık, 14 saat sürmüş yorucu faaliyetin sonrasında tulumuma sığınıp öylece uyuyakalmışım.
Faaliyetin yorgunluğu ile bütün ekip sabah geç uyandı, saat 10:00 civarı, yeniden Büyük Ağrı Güney yüzündeyiz, dağ sis bulutu içerisinde ve Küçük Ağrı görünmüyor. Kimse Büyük Ağrı’ya devam etme niyetinde değil, zaten havada pek hoş görünmüyor. Hem zirveden sonra ortaya çıkan yorgunluğun getirdiği farkındalık hem de Küçük Ağrı’nın büyük tatmini sayesinde herkes istediğini almış gibiydi. Geldiğimiz izleri takip ederek yol almaya başladık, inişli çıkışlı bir arazide ve batak karda yorgun bedenlerimiz oldukça yavaşlamıştı. Gün sonuna kadar yürüyüp kamp kurmayı planlarken. Adem aniden herkesin duymak istediği cümleyi kurdu “yeter yahu, burada kalalım!”
Hızlı bir şekilde çadırları kurup dinlenmeye çekiliyoruz saat: 17:00. Çadırdan çadıra “yarın varır mıyız acaba” sohbetleri dönüyor. Sabah erkenden kalkıp yola düşersek varabiliriz. Ancak başlangıç noktasına varmamız geç saatlere kalacağından, atlar yükümüzü almaya gelemez. Sabah telefonun çektiği bir noktadan Barzani ile haberleşip durumu netleştirmeye karar verip uyuyoruz.
Her ne kadar sabah erken uyanmaya karar vermişsek de yorgun bedenlerimiz telefon seslerine cevap vermemiş, uyandığımızda saat 10:00 olmuştu. Kampı toplayıp yola düştük, arazi nispeten daha iyi, bir saat kadar indikten sonra Barzani arıyor. Dün araçla Eli Köyü’ne geldiğini ve 2600 metreye kadar çıktığını, yolun açık olduğunu, Eli tarafına doğru gelmemizi söylüyor. Bu bizim için asgari 3-4 saat kazanmak demek. Çevirmeye inmektense Eli, hem daha yakın hem irtifa kaybederek hızlanacağımız bir rota. Görüşmenin verdiği motivasyonla hız alıyoruz, saat 14:00 bir araç kornası duyuyorum, ufukta çift kabin bir aracın üzerine biri el sallıyor. Barzani bizi almaya gelmiş. Hiç beklemediğim bir anda faaliyetin sonuna varmış olmak beni müthiş mutlu ediyor. Son vadiden çıkıp yola bağlanıp araca varıyoruz. Barzani’nin getirdiği soda, su ve meyveleri iştahla mideye indiriyoruz. Ne de olsa hak ettik.
Araçla Eli Köyü’ne inip Ertur Otel’e vardığımızda yine gün sonu saatlerini bulmuştuk. Duş, yemek vs. derken gün bitiyor. Sabah uyandığımda otel odasının perdesini araladığımda, Büyük Ağrı bütün heybeti ile pırıl pırıl karşımda. “hani hava bozacaktı “ ….. Anlaşılan mülki idare, meteoroloji herkes el birliği ile faaliyetimize ket vurmaya çalışmış.😊
Hazırlıklarımızı tamamlayıp otelden ayrılıyoruz. Tendürek yokuşunda bayılan aracımızla yol alırken çocukluğumun kaf dağı Ağrı dikiz aynasından son defa göz kırpıyor..
Bir dahaki buluşmamız ne zaman Çîyayê Glî…
Rota: Küçük Ağrı Klasik Rotası
Çıkış Tarihi: 8-13 Şubat 2024
Ekip: Adem Gül, Raşit Adıgüzel, Atilla Özyeşil, İsmail Demir, Güner Dönmez
İletişim: rashitadgzl [at] gmail [nokta]com
Dip Not:
- Cihan Aktaş (d. 1960, Refahiye), Türk gazeteci, yazar ve mimar
- Parrot, Friedrich (2016) [1846]. Journey to Ararat. Translated by William Desborough Cooley. Introduction by Pietro A. Shakarian. London: Gomidas Institute. pp. 183–184. ISBN 978-1909382244.