MontBlanc_Banner.jpg

“Beni bekleyen kader her neyse, yaşayacak daha neyim varsa, yürümek ve dağa tırmanmak olacak içinde: kişinin tecrübe edeceği şey nihayetinde hep kendidir.” Friedrich Nietzche, Böyle Buyurdu Zerdüşt

Sürdürülebilir dağcılık… Bu kavram sanırım sevgili Haldun'un (Aydıngün)  “Sürdürülebilir Dağcılık” isimli makalesinin ardından dilimize yerleşti. 20’li yaşların o deli enerjisinin ve bol bulunan zamanlarının ardından geldiğimiz noktada dağcılığı sürdürebilmek büyük bir özveri  istiyor.  Kısa süreli “alpin vur-kaç” lardan (alpine guerilla strike) vücudunuzun izin verdiği ölçüde maksimum tatmini alarak şehre dönmek.  Elbette ki bunun yolu düzenli, disiplinli, bıkmadan usanmadan antrenman yapmaktan geçiyor. Ancak, özellikle İstanbul’da yaşayan ve artık geri dönülmez bir biçimde iş hayatına bulaşmış dağcılar için bu tempoyu sürdürebilmek hayata bazen ciddi yükler ekleyebiliyor ve sevdiğiniz şey bir görev halini alabiliyor. Bir beyaz yakalıysanız haftada en az 45 saati bulan sedanter bir çalışma temposunu düşünelim.  İstanbul’da yaşıyorsanız buna trafikte geçirmek üzere 10 saat daha ekleyelim.  Bu durumda kalan süreyi ciddi ciddi planlayarak antrenman yapmalısınız. Hayatınızın aşkını bulduğunuzu ve evlendiğinizi de düşünün. Denklemi ciddi derecede karıştıracak bir bilinmeziniz daha oldu. Bu denkleme bir de sevimli bir yumurcak eklerseniz denklemin iyice karmaşıklaştığını tahmin edebilirsiniz. (Son ikisini deneyimlemedim henüz ancak mantık yürütüyorum)

Sosyal bir varlık olduğunuzu, elbette insan ilişkilerine de önem verdiğinizi de varsayarsak denklemde bir de sosyal çevre oluştu. Reddedilmek zorunda kalınan davetler de cabası. (Bitmek bilmez alkollü yemek tekliflerini reddedip haftasonu antrenman için işe gittiğiniz saatten de erken kalkan, tuhaf biçimde kalorileri sayan birine bunlara alışkın olan yakın arkadaşlarınız dışındaki iş arkadaşlarınız gerçekten de size delirmişsiniz gibi bakıyor.) Tüm bu bilinmezliğin içinde gençlik yıllarında kurulan ip arkadaşlıklarının ve zor tırmanışların şekillendirdiği inatçı ve azimli kişiliğinizle dağcılığı sürdürmek hatta geçmişe nazaran ilerletmenin peşinde olduğunuzu düşünelim. Ve işte zamanımızın beyaz yakalı “kahraman” dağcısı karşınızda!

Her ne kadar yukarıda tariflediğim kadar ağır bir yükün altında olmasam da bir beyaz yakalı olarak kulağa fazla iyi gelen bir antrenman metoduna sarılmıştım: HITT (High Intensity Interval Training). Bu metodla antrenman süresini kısaltacak, iş seyahatlerinde kaldığımız otellerin koşu bantlarında interval setlerle ter atacak, squatla, deadliftle güçlenecek, benchlere yatacak ve yapay tırmanış duvarlarında vakit geçirerek kaya derecemizi en azından sabit tutacaktık. Hatta bazılarımız CrossFit’ in tuhaf, karanlık dehlizlerinde bulacaktı kendini. Yöntem bir süre işe yaradı, en azından yaradığını düşündük. Ancak 12 saati aşan yoğun efor isteyen faaliyetlerin ardından bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştık fakat bunun bilimsel nedenlerini öğrenmemiz Steve House ve Scott Johnson’ın yazdığı “Training for the New Alpinism - A Manual For The Climbers As Athlete” isimli kitabın kafamıza tuğla gibi düşmesiyle oldu. Bu detaylı ve hacimli kitabı burada açıklayarak okuyucuyu sıkmak niyetinde değilim. Özet olarak, aerobik antrenmanda “yoğunluk” un (intensity) “süre” nin (duration) yerine geçmediği, bir atlet olarak dağcının (“alpinist as an athlete”) tüm vücudu çalıştıran Nordik kayakçıya benzediği aktarılmıştı. Hatta HIIT antrenmanlarını bir zamanlar sıkça tavsiye eden Mark Twight’ın bile fikirlerinin tam tersi yönde değiştiğini aktardığı TINSTAAFL (There is No Such Thing As Free Lunch -Bedava ekmek yok -) makalesini de okuyunca artık taşlar yerine oturmuştu. Sıkıldığım için hep kaçındığım uzun koşular artık yapılacak, hatta daha fazlası kalp atım sayıları titizlikle takip edilerek yapılacaktı. Bilimsel gözlem ve verilere karşı çıkmak haddim olamazdı bu noktadan sonra. Bu sebeple koşmaktan hala ve hala sıkıldığım için (Mottom şuydu bir zamanlar : “İnsan kovalanmadıkça koşmamalı”)  eski tutkum bisiklet aklıma geldi. Kendime güzel bir yol bisikleti alıp yağışlı yağışsız hava ayırt etmeden düzenli kaya tırmanışı antrenmanlarına zamanımın çoğunu Zone 1 (Maksimum Nabız %55-75)' de geçirdiğim haftada 100-150 km bisiklet antrenmanı ekledim. Hazırlık yapıyorsam sahne almalıydım ve sahne bizim için alpin ortamdı. Aşağıda okuyacağınız tırmanış detayları uzun süren yanılsamadan uyanan beyaz yakalı bir alpinistin aerobik antrenmanlardan sonra tırmanışta hissettiği farkları da içeriyor olacak.

28.04.2018     

Nisan Ayı’nın ikinci haftasından itibaren 1 Mayıs tatilini gözümüze kestirmiştik. Biraz kaya olsun, biraz miks olsun, biraz izole olsun ama ara ulaşım da yıpratmasın (-eee ama? ) derken Aykut bir gün “Dedegöl’ e gidelim. Kaya malzemesi de alırız, miks malzemesi de… Artık ne çıkarsa bahtımıza” deyiverdi . Hemfikir olunca da online bir malzeme listesi hazırlayıp Cuma akşamı yola çıkmak üzere karar kıldık.

Ofis koşuşturmacası, hazırlık 6-7 saat karayolu yolculuğu derken nihayet kendimizi Yenişarbademli / Isparta’da bulmuştuk bile. İstanbul’un kaosundan sonra sabaha karşı gözlerimizi Beyşehir Gölü’nde açınca, İstanbul’da aynı anda birçok şeyi düşünen zihinlerimiz dinginleşmişti. İlçenin marketinden hesapladığımız kadar yiyeceği alıp Karagöl yayla yolunu tuttuk. Aracın geçemediği son derede sabah duşu niyetine el yüz yıkayıp kıyafet değiştiriyoruz. Artık doğadayız. İstikamet Karagöl kıyısındaki kamp alanı. Avrupalı görece “yürümeyen” dağcılara göre tasarlanmış çantalara söylene söylene kısa bir iki mola sonrasında kamp alanına geliyoruz. Yarı donmuş Karagöl gölü, az kalan erimeye yüz tutmuş karın altındaki çimenler görsel bir şölen sunuyor. Dünün uykusuzluğunun üzerine kamp yüküyle irtifa almak yordu hepimizi. Telefonların alarmlarını kapatıp neşeyle tulumlara giriyoruz.

29.04.2018

(Dedegöl Dağları'nın ziyaret ettiğimiz bu bölgesi ile ilgili çok fazla yayınlanmış bilgi yok. Bölgeyi ziyaret etmeden evvel, sevgili Alper Günay’dan çokça bilgi aldık. Alper Dedegöl Dağları'nda oldukça etkin ve birçok yeni çıkış yapmış bir arkadaşımız. Bu tırmanışların bir kısmına tirmanis.org sayfalarında da yer verdik. Ayrıca Alper’den aldığımız GPS izleri sayesinde, Karagöl'ü ve yaklaşım yolunu elimizle koymuş gibi bulduk.

Ayrıca faaliyet sonrasında, Alper’in de yönlendirmesi ile irtibata geçtiğimiz Sn. Nurtay Yatman ise gerçek manada bir lokal dağcı ve kayakçı. Nurtay Bey bölge hakkında çok detaylı açıklamalar ile bize destek verdı. Ayrıca değerli vaktini ayırarak bize ulaştırdığı harita kopyaları sayesinde bölgenin genel topoğrafyası hakkında bilgi sahibi olduk. Haritalar askeri kökenli olduğu için yerel ismi olmayan zirve isimleri genelde yok ama bölge topoğrafyası için çok güzel fikir veriyorlar.

Hem Alper’e hem de Nurtay Bey’e değerli yardımları için tekrardan teşekkür ederiz.)

Dünden gözümüze kestirdiğimiz, Aniçi Gökboyun mevkii tarafına doğru, batı yönünde uzanan vadinin sonunda bulunan geçide doğru “ne çıkarsa bahtımıza” diyerek teknik malzemeyi de kuşanıp yola koyuluyoruz. Bildiğimiz kadarıyla bu vadinin sonundaki kulvara Geçit Kulvarı adı veriliyor.

 (http://tirmanis.org/alpinizm/kar-buz/329-dedegol-de-yeni-rotalar-transi-gecit-kulvari)

Daha önce Kuzukulağı bölgesinde bulunup muhteşem kireçtaşında tırmanmıştık ancak silsilenin bu yüzü hepimiz için yeni. Zaten amacımız da bölgeyi keşfedip gözümüze kestirdiğimiz teknik etapları tırmanmaktı. Bu yüzden vadi içinde yükselmek keşfetme duygusuyla birleşince çok keyifli hale geldi. Sadece bu vadinin bile çok sayıda teknik rota potansiyeli barındırdığını söyleyebiliriz. Sırayla iz açarak geçit kulvarını tamamlıyoruz.

Burada kısa bir yeme ve sıvı alma faslından sonra fazla teknik malzemeyi bırakıp geçidin tam doğusunda yer alan Dedegöl Kayası Zirvesine tırmanıyoruz. Geçide geri indikten sonra batı yönüne devam ederek Aniçi Gökboyun Zirvesine varıyoruz. Bu zirvede oyalandıktan sonra iz açarak irtifa alıyoruz ve batıya doğru ilerliyoruz. İz açarken nabzımın 140-150 aralığında olduğunu tahmin ediyorum. Bu “zone”da rahatım. Uzun süre bu tempoda gidebilirim. Dolayısıyla uzun sürüşler işe yaramış diyebilirim. 

Son kısımda ince bir sırt geçişinden sonra isimsiz bir zirveye ulaşıyoruz.  Bu zirvesinin de ismi Kızılanlak olabilir ama emin olamıyoruz. Bu zirveden bakıldığında tüm Kuzukulağı Yaylası görülebiliyor. Yaylaya bakarken, yayladaki maden ocağı tasarısını düşündükçe içimiz burkuluyor.

Geçide tekrar geri döndüğümüzde ertesi günü planlıyoruz: Gün içinde çıktığımız zirvelere uğramadan güney-batı yönünde kalan silsileyi geçmek. Teknik malzemeyi paketleyip dik geçit etabında düşmemek için birer teknik kazmayı dönüş için ayırdıktan sonra, çıkarken açtığımız izleri ertesi gün  sabah da kullanacağımız için, izleri bozmadan kampa dönüyoruz. Gerisi çadırda bol kahkaha, dinlenme, yiyip içme faslı. Laktik asidi kendimce ölçmek için derin nefes alıyorum, o bildik yanma hissi yok. Güzel.

Ertesi gün kalk borusu 05:00’da bu kez.

30.04.2018

Spor tırmanış geçmişimi saymazsak yaklaşık 15 yıllık dağcılık hayatında en sevmediğin şey ne diye sorsalar, gecenin kör bir vaktinde kalkarak ocağı yakmak ve o saatte bir şeyler yemeye çalışmak, daha doğrusu ağzıma tıkıştırmaya çalışmaktır derim. Neyse ki bu kez “Yıldız Veteran Team” ile birlikteyim de neşelenmem pek de uzun sürmedi. Teknik malzemeyi bir gün önce geçide bıraktığımız için bir gün önceden kendimize ayırdığımız izlerden hızlıca tekrardan geçide yükseliyoruz. Kısa süren sıvı alma molasından sonra neşemiz iyice yerine geliyor. Aykut’un da dediği gibi “Eğlenmiyorsak neden tırmanıyoruz ki?”

Bir gün önce çıktığımız zirveleri pas geçip teknik etap bulma umuduyla albenili görünen Karçukuru Tepesine doğru ilerliyoruz.

Karçukuru Tepesi haritada 2935,1 m. yüksekliğinde tek bir zirve gibi gözükse de aslında iki ayrı zirvesi var. Bunlardan kuzeyde olan ve daha sarp yapıdaki kuzey zirvesinin rakımını GPS ölçümlerinde 2940 m. olarak belirledik. Daha yayvan olan ve erişimi daha kolay olan güney zirve ise GPS ölçümlerimizde 2942 m. çıktı.

Karçukuru Tepe Kuzey Zirvesinin, kuzey sırtı ve kuzeybatı yüzü üzerine zirvesine ulaşan bir hattı tırmanmaya karar veriyoruz. Kuzey sırtı üzerinden bir süre iz açarak yükseldikten sonra kuzeybatı yüzüne yan geçiyoruz. Sonrasında 60 derece eğimli 20-30m lik bir sert kar buz etabına varıyoruz.  Buradan keyfimiz yerinde, neşeyle kazma kramponları saplayarak zirveye varıyoruz.

Buradan aynı sırtı devam ederek hafifçe alçalıyoruz. Sonrasında sırta bağlanıyor ve kısa bir yürüyüş ile Karçukuru Tepesinin Güney Zirvesine ulaşıyoruz. Bu zirve Kuzukulağı Yaylası tarafından da yürüyüş ile çok kolay ulaşabileceğiniz bir zirve. Bunu zirvede bulunan kocaman taş babasından da çok iyi anlayabiliyoruz.

Sonrasında daha güneyde bulunan 2875 m. irtifalı zirveye doğru devam ediyoruz. Karçukuru Tepe Güney Zirvesi ve 2875 m. irtifalı zirve arasındaki belde malzemeleri bırakıp, çantasız olarak 2875 m. irtifalı zirveye tırmanıyoruz.

Biraz yakıt ikmali ve moladan sonra istikamet güneydoğu yönündeki görece büyük kütle üzerinde görünen ve tam olarak kuzeye bakan güzel kar kulvarı.

Bu kütleye doğru ilerlerken hemen doğumuzda kalan çanaktan yansıyan UV bizi pişirirken mümkün olduğunca irtifa kaybetmeden uzun bir travers ile kendimizi kulvarın başında buluyoruz. Kulvar gün boyu çok sert güneş görmediği için görece sert ancak iz açarken batacak kadar da yumuşak. Kulvarda yükselip bata çıka iz açacağımız son kısmı da geçtikten sonra doğu yönüne doğru kısa bir spiral çizip zirveye ulaşıyoruz.

Yaptığımız GPS ölçümlerinde bu zirveyi 2982 m. olarak ölçüyoruz.

 

Zirvede biraz mola verip kuru üzüm atıştırdıktan sonra kulvarı gerisin geri iniyoruz. Amacımız doğal hatları, kulvarları, sırtları keşfetmek olduğu için yolu uzatma pahasına farklı bir vadiden inmeye devam ediyoruz. Yol oldukça uzuyor, suyumuz tükendiği için ara ara durup kar eritiyoruz. Yiyeceğimiz de çoktan tükendiği için ana besinimiz yine geyik oluyor. Kafalar laktik asitten güzel olmuş olmalı ki kar suyunu gazlı bezle süzerken epey eğlenip video çekiyoruz. Çadırdan çıkışımızdan 15 saat sonra  tekrar çadıra giriyoruz.

 

01.05.2018

Son gün… Bacaklar iki, üç günlük efordan sonra biraz “beton” gibi. Son kalan bir kaç dilim ekmek ile yaklaşık 100 gr kaşarı 3 kişi paylaşıyoruz. Çayımız da bittiği için önceden demlenenleri kurutup tekrar demliyoruz. Kalan tek yiyeceğimiz zirve için bıraktığımız 3 (yazıyla üç) gofret oluyor.

Bu kez hedefimiz, Karagöl Geçit Kulvarı istikametine uzanan vadinin sağında güney yönünde gözümüze kestirdiğimiz ve Dedegöl Kütlesinin alt zirvelerinden birisine bağlanan güzel bir kulvar. Kulvarın başında kısa bir mola verip kazmaları ele alıyoruz ve yer yer 60 dereceye varan kulvarı ucundan kemirmeye başlıyoruz.

Zirve sırtına bağlanmadan önce “Y” yapan kulvarın sağından devam edip zirveye bağlanıyoruz.

Artık dağda son saatlerimiz. Biraz fotoğraf çekip manzaranın tadını çıkarıyoruz. Eğirdir Gölü'ne uzanan yeşillik harika görünüyor. Zirve molasından sonra sola traverse ile çanağın sırta bağlanan kar dilini gözümüze kestirip buradan hızla alçalıyoruz. Bir süre geri geri indikten sonra çanağın solundan diğer sırta bağlanıyoruz. Buradan sonra kamptaki su kaynağına rahat bir iniş karşılıyor bizi. Ara ara başlayıp duran çisenti eşliğiyle tekrar kampta buluyoruz kendimizi. Kalan bir kaç gram çayı son yiyeceğimiz olan kesme şekerle içiyoruz. Hatta abartıp biraz da şekerli su içiyoruz. İniş boyunca bize eşlik eden yağmur bulutları iyice toplanmaya başladığından elimizi çabuk tutup kampı topluyoruz. Her şeyi “zip”ledikten sonra “Yağmuru yer miyiz acaba?” diye ara ara gökyüzüne bakarak inişe geçiyoruz. Yağmurun çisentiden sağanağa dönüştüğü anda arabanın içine kendimizi zor atıyoruz. Üzerimizi değiştirecek vakit bile kalmıyor.  Elimizdeki her şeyi dibine kadar kullanıyoruz; enerjimiz, güzel hava, yiyecekler, zaman…

Biraz da Dedegöl Dağları’ nın özellikle bizim bulunduğumuz Karagöl bölgesinin tırmanış potansiyelinden bahsetmek yerinde olur. Karagöl bölgesini iki üç ana vadi sistemine ayıracak olursak bu vadi sistemlerini çevreleyen duvarlar ve kulvarlar özellikle bahar aylarında çok keyifli tırmanışlar vaadediyor. Klasik yürüyüş etapları, miks kulvar ve kısa duvarları ile pek çok tırmanıcının ihtiyacına cevap verecek düzeyde tırmanılmamış rotalar barındırıyor. İstanbul’dan gelen dağcılar için yol oldukça rahat kamp alanı ise bir cennet. Bizlere de özellikle bahar aylarında bu potansiyeli kullanmak düşüyor.

                       

Sonuç yerine ;

Makalenin girişinde bahsettiğim aerobik antrenmanlardan ve endurans çalışmalarından sonra aerobik kapasitemizi aslında bir banka hesabına benzetiyorum. Tıpkı hayattaki gibi ne yapacağınızı bilmesenizde banka hesabınızda bir miktar birikim tutmak zorundasınız. Dağcılık için de aerobik kapasitesimiz aslında işte bu. Çalışma hayatınızda ne zaman boşluk bulacağımız ve tırmanışa gidebileceğimiz çok belli olmuyor. Dolayısıyla bu hesap boşsa, tatmin edici tırmanışları eski fotoğraflarımızda görürüz.  Yapacağımız spesifik her antrenman bu baz temele dayanmak zorunda. Hatta mümkünse planladığımız ciddi tırmanıştan 4-5 ay öncesinden periyodizasyona başlayarak çalışmalarınızı kademeli olarak arttırmalı ve aralara vücudunuzdaki tüm enerji depolarınızı boşaltacak “tükenme günleri” (depletion day) serpiştirmeliyiz. Dağa gidemiyorsak bu tükenme günlerini şehirde simüle etmek mümkün değil diyebilirim. Ne salonda ne de sahildeki koşuların üzerine yapılan yapay duvar antrenmanlarına rağmen alpin ortamın sürekli değişken efor isteyen ortamını yaratmamız mümkün değil. Bu yüzden en kötü dağ günü en iyi şehir antrenmanından iyidir diyebilirim. Kış boyunca yaptığım antrenmanların bana kazandırdıklarına gelince, eskiden rotaların sonrasında özellikle ertesi gün hissettiğim “dayak yemişlik” hissi neredeyse hiç olmadı. Çalışmayan kaslara aniden yüklendiğim için biraz lokal yorgunluk olsa da genel olarak bitkin hiç hissetmedim. Toplamı 72 saati bulan dağda bulunma süresinin net 33-35 saati yoğun eforla geçmesine rağmen son rotadan sonra bile bir iki rotaya daha girecek enerji buldum kendimde. Hatta şehre dönüp şöyle bol proteinli sağlam bir yemek yiyip yatınca ertesi gün yine tam saatinde pek yorgun olmayarak ofisteydim. Tabi bunları bu kadar geç keşfettiğim için kendime kızıyorum ama kitap yeni yayınlandı ben ne yapayım ?

Nice acı verici antrenmanlar, iştah kabartan Dedegöl Dağlarında tatmin edici tırmanışlar diliyorum.

İletişim :

erengorenoglu[at]gmail[nokta]com