Brenta_Banner.jpg

 

Editörün Notu: Bu içerik daha önce Atlas Dergisi'nin 2016 Ekim sayısında yer almıştır. Yazı ve fotoğraflar Alper Günay tarafından tirmanis.org için yeniden uyarlanmıştır. Yazıda kullanılan tüm fotoğraflar Alper Günay arşivine aittir.

 

Dedegöl Dağları'ndaki ikinci günümüzdü. Geceyi Dedegöl Dağları'nın kuzey yüzünde bulunan Melikler yaylasında geçirmiş, bir yıl önce Sam Smolnisky ile yaptığımız Melikler-Kuzukulağı tırmanışını tekrarlamak için gelmiş olan arkadaşlarımızla buluşmuştuk.

Buzul çağından kalma birçok moreni aştıktan sonra, bunların en derininde bulunan göle vardık. Çadır kurmaya elverişli yerler kar ve buz kaplıydı. Geriye çayırlık küçük bir alan kalmıştı. Çantalarımızı çıkarıp bir süre dinlendik, üzerinde buzların yüzdüğü gölü seyrettik. Sonra çadırları kurduk, su kaynatıp kahve içtik, yemek yedik. 2.355 metre yükseklikteki göl, sarp zirvelerle kuşatılmıştı. Bu nedenle güneş, havanın geç karardığı Mayıs ve Eylül aylarında bile öğleden sonra 16:00 civarında dağların arkasında kalıyor ve ortalık bir anda soğuyordu. Akşam yaklaşırken gölün içindeki kurbağalar sessizliği bozmaya başlamıştı. Hava beklediğimizden çok daha soğuktu. Gece göl tamamen buz tutmuş, bu nedenle göldeki kurbağaların sesi kesilmişti. Uyku tulumlarımız böylesi soğuk bir hava için yetersizdi, gece su kaynatıp alüminyum şişeye doldurdum. Bu şişe beni, bütün gece titremekten ve uykusuz bir gece geçirmekten kurtaracaktı.

Ertesi sabah gün doğumundan önce kalkıp çadırdan dışarı çıktım. Toprakla birlikte çadırlarımızın üzeri ince bir buz tabakasıyla kaplanmıştı. Fotoğraf çekip güneşin doğumunu bekledim, ardından çadıra dönüp biraz daha uyudum. Güneş çadırlara vurup ısıtıncaya dek uyumayı sürdürdük. Sabah gölden su alabilmek için buzu kırmamız gerekiyordu. Sam bunun için kazmasıyla buza birkaç kez sertçe vurmak zorunda kalmıştı. Kahvaltıdan sonra hazırlanıp saat 09:10'da yola çıktık. Yanımıza tüm teknik malzemeyi almıştık. Önümüzde uzanan derin buzul vadisine girdik, bu vadi kıvrılarak yükselecek ve bizi önce bir geçide, ardından da Dedegöl Kayası denilen zirvenin sırtına ulaştıracaktı. Karagöl vadisinde ilerlerken, bir zamanlar buranın buzullarla kaplı olduğunu hayal etmeye çalışıyordum. Dağın o halini görmeyi çok isterdim. Buzulların yarıp şekillendirdiği vadilerin o görkemli günlerinden geriye kalan en belirgin hatıra, buzul gölleri olan Yeşilgöl ile kampımızın bulunduğu 2 bin 500 m² büyüklüğündeki Karagöl'dü.

Zeynel Çılğın'ın, Türk Coğrafya dergisinde yayınlanan Dedegöl Dağı Kuvaterner Buzullaşmaları makalesine [1] göre, son buzul döneminde Dedegöl Dağları'nın kalıcı kar sınırı 2.230 metre, buzullarının büyüklüğü 21,2 km²'ydi. 7 km uzunluğa sahip buzul dilleri 1.500 metreye kadar inmekteydi. Buzullaşmanın gerçekleştiği bu dönemde dağdaki iklim daha soğuk ve nemli, hava sıcaklığı ise günümüzden 10-11 derece daha düşüktü. Bu dönemde buzulun kalınlığının 192 metreye kadar ulaştığı tahmin ediliyor.

Zirve sırtına ulaştıktan sonra tırmanış için ipe ve teknik malzemeye ihtiyaç duyacağımızı tahmin ediyorduk. Yola kamp yükü olmadan çıkmak hızımızı artırmış ve bizi daha iyi hissettirmişti. Rotamızın üzerinde birkaç hafta önce düşmüş bir çığ kalıntısı vardı. Çığla birlikte dev bir kaya da metrelerce sürüklenmiş, karın üzerinde derin bir iz bırakmıştı. İki dağın arasında kalan bu kar kulvarı, kış mevsiminde ve özellikle de bahar aylarında çığ açısından son derece tehlikeli olabilecek bir yerdi. Ama zemindeki kar iyice oturmuş durumdaydı ve mevsimsel açıdan artık böyle bir risk kalmamıştı. Kayayı geçtikten sonra rota dikleşmeye başladı. Sam son bir saatlik bölümde öne geçmiş ve karda iz açmaya başlamıştı. Daralan kulvar, orta sertlikte kardan oluşuyordu, bu nedenle krampon kullanmamıza gerek kalmadı. Yine de Sam tedbirli davranıyor, tırmanış kemerine bağladığı buz kazmasını attığı her adımla birlikte kara saplamayı ihmal etmiyordu. Ben, onun açtığı izlerin sağladığı kolaylık nedeniyle yürüyüş sopaları ile görece güvenli bir şekilde yükselmeyi sürdürüyordum. Yine de iki yanı kayalarla çevrili bu dik ve dar kulvarda düşersem kazmasız duramayacağımın ve bunun ölümcül sonuçlar doğurabileceğinin farkındaydım. Kayalardan da destek alarak arkamızda bıraktığımız son etap, saat 12:10'da bizi iki zirve arasında bulunan geçide ulaştırdı. Buraya kadar olan kısım yorucuydu. Bundan sonrası tahminlerimizin aksine kolay gözüküyordu, yapacağımız kaya tırmanışları teknik malzeme kullanmamızı gerektirmeyecekti. Bu nedenle ilk başta düş kırıklığına uğramış olsak da, kayaların geleneksel tırmanış yapılamayacak derecede çürük olduğunu fark ettikten sonra yaşadığımız bu düş kırıklığından kurtulduk. Burada bir şeyler yedik, 20 dakikalık molanın sonunda teknik malzemelerimizi geçitte bırakıp daha da hafiflemiş bir şekilde tırmanmaya koyulduk. Saat 12:50'de, 2.972 metrelik Dedegöl Kayası’nın en yüksek noktasına ulaştık. Uzakta karlı zirveler ve Beyşehir Gölü, aşağılarda Karagöl ile çadırlarımız gözüküyordu.

Birkaç fotoğraf çekip manzarayı seyrettikten sonra inişe geçtik. Vaktimiz olduğu ve kendimizi iyi hissettiğimiz için iki tırmanış daha yapmaya karar verdik. Saat 13:30'da geçide indik, buradan 50 dakikalık bir yürüyüşle 2.946 metrelik Aniçi Gökboyun Kayası'nın zirvesine vardık. Zirvenin hemen altında bir grup dağ keçisinin ayak izine rastladık. İzler, karşıda bulunan başka bir zirvenin sarp kayalıklarında son buluyordu. Aniçi Gökboyun Kayası'nın kuzey yüzü yüzlerce metrelik bir uçurumdan oluşuyordu. Bir süre bu soluk kesici manzaranın tadını çıkardıktan sonra ulaşmak istediğimiz son zirveye, 2.957 metrelik Sırat Köprüsü zirvesine doğru yola çıktık. Burayı, bazı noktalarda ellerimizi de kullanarak dikkatli bir şekilde tırmandık ve saat 15:25'te zirveye vardık. Böylece bu üç zirvenin ilk tırmanışlarını yapmış oluyorduk. Tekrar geçide döndük, burası rüzgarlı ve soğuktu. Bıraktığımız ipi ve teknik malzemeleri alarak, vadinin başlangıç noktası olan dik kulvardan aşağı inmeye başladık. İnişte düşmek daha kolay olduğu için elimde bu kez yürüyüş sopası yerine buz kazması vardı. Çığın yanından geçerken rotadaki eğim azalmıştı, bu sayede daha rahat ve hızlı bir şekilde yürümeye başlamıştık. At Katı zirvesinin altından geçerken kar iyiden iyiye yumuşamıştı ve bu son kısımda üzerinde yürüdüğüm karların çökmesiyle birlikte iki kez kalçama kadar kara gömülmüştüm. Karın altında bulunan bu tür boşluklar tabanındaki kayalar nedeniyle bacakların kırılmasına yol açabileceği için tehlikeliydi. Karın sık sık çöktüğü kayalara yakın bölgelerden olabildiğince uzak durmaya ve riskli olabilecek yerlerde ağırlığımızı tam vermeden önce zemini yoklamaya çalışarak inişe devam ettik. Kampa dönüşümüz 1 saat 20 dakika sürmüştü. Göle vardığımızda, kamp alanını terk etmeye hazırlanan güneşin son ışıkları çadırlarımıza vuruyordu. Gölde kıyıya yakın buzlar büyük ölçüde erimişti, yine de gölün ortası yüzen buz kütleleriyle doluydu.

Bugünkü performansımız dünküyle kıyaslandığında tatmin ediciydi. Yola geç çıkmamıza rağmen hızlıydık ve aşırı yorulmamıştık. Ama kamp yerine ulaştıktan sonra üzerimize günün yorgunluğu çökmeye başlamıştı. Hava, güneşin dağların arkasında kaybolmasıyla birlikte ciddi şekilde soğumuş ve çadırın dışında oturmak zorlaşmıştı. Dağa gelirken hafif olmak için yanıma yalnızca tek bir ince ceket almıştım, ama dağdaki ilk günümde bunun bir hata olduğunu anlamıştım. Bu nedenle bir süre civardaki tepelere çıkıp güneşi kovaladım, ardından çadıra çekilmek zorunda kaldım. Kitap okuyup uykuya daldım. Hava bir gece öncekine kıyasla daha sıcaktı ve bu yüzden göl buz tutmamıştı. Bunun da etkisiyle kurbağalar sabaha kadar susmadı. Buna, çadırımın altına tünel kazan fareler de eklenince uyumakta zorlandım. Soğuğa karşı tedbir olarak Sam de, ben de su kaynatıp, sıcak su şişelerimizi gece boyunca uyku tulumlarımızda tuttuk.

Beyşehir ile Eğirdir gölleri arasında bulunan Dedegöl Dağları, yine Zeynel Çılğın'ın belirttiğine göre kuzey-güney doğrultusunda 12 km uzunluğa, doğu-batı doğrultusundaysa 5-6 km genişliğe sahip. Son yıllarda popülaritesi iyice artan Dedegöl Dağları, ne yazık ki bu nedenle her yıl artan bir kirlilikle karşı karşıya. Bunun dışında, neredeyse her akarsuyun bulunduğu yere inşa edilen hidroelektrik santrallerinden bir yenisi Pınargözü civarına yapılıyor. Bu çalışmaların ormanlarda yarattığı tahribatın büyüklüğü şimdiden görülüyor.

Ertesi sabah yapmayı düşündüğümüz geleneksel kaya tırmanış planımızı iptal etmeye karar verdik. Bunun en önemli nedeni civardaki kayaların çürük olmasıydı. Bir diğer neden de havanın bulutlanmaya ve yağmurun çiselemeye başlamış olmasıydı. Acele etmeden toparlandık ve öğleye doğru inişe geçtik. 

Rota Künyesi:

Rotanın ismi: Geçit kulvarı (ilk tırmanış)

Bölgesi: Dedegöl Dağları

İlk tırmanışı yapılan zirveler: Dedegöl Kayası (2.972 m.), Aniçi Gökboyun Kayası (2.946 m.) ve Sırat Köprüsü (2.957 m.)

Stil: Kar-Buz

Genel zorluk derecesi: PD-

Eğim: 35-50 derece arasında

İlk çıkış mı?: Evet

Yaz tırmanışı / Kış tırmanışı: Yaz

Çıkış tarihi: 19 Mayıs 2016

Ekip: Alper Günay, Sam Smolnisky

Tırmanış süresi: Kulvar (Karagöl kampından) 3 saat. Dedegöl Kayası zirvesi kulvarın bitimi olan geçitten itibaren 40 dk. 

Kullanılan malzemeler: Kazma, krampon, kask.

 

Yazan: Alper Günay

İletişim: alper nokta gunay et hotmail nokta com

Dipnotlar:

[1] Çılğın, Z. (2015). Dedegöl Dağı Kuvaterner Buzullaşmaları, Türk Coğrafya Dergisi, 64, 19-37, Basılı ISSN:1302-5856, Elektronik ISSN:1308-9773.