17 Mart 2013, C.tesi
Bu da oldu! Kaya yüzlerinde defalarca düşen ben, sonunda kazma-krampon bir miks tırmanışta düştüm. Fakat gene şanslıydım. Altımda takılı olan, çatlağa kancaladığım kazmaya inerken, hamleyi geri alırken ne olduğunu anlamadan uçtum ve doğrudan alttaki dik eğimli kara şakladım! Bir “İlkkan” düşüşü mesafesi, on on beş metre civarı! Zordu, belki devam etsem “dağ şehidi” olacaktım. Düşmeden önce gözüken üç aşamalı zorluk zaten gözümü korkutmuş, tırmanışımı yavaşlatmıştı; buzdaki zayıflık ve negatif eğim işimi bitirebilirdi, kaldı ki ara emniyet adeta yalandı!
Hesapta bir ilk çıkışın peşindeydim; bu hat, bir dost meclisinde kükreyerek küçümsediğim Batur (Kürüz) ve Alper’in (Işın Duran) çalışma rotasıydı… ve bende düşüp, tokadı yiyince toparladım açıkçası. Başarısız olmuştum!
Düşmemle Baturların sağlam gözüken sikke, benim zayıf takoz fırlamış alttaki perlonlu sikkeye yüküm binmeden kar yamacına boşalmıştım.
Kara gömülmüştüm, ipteydim; sağlam olduğumu anlayıp çömdüm kara; ayağa kalkacak halim yoktu. Karların içinde hayvana dönmüş durumdaydım. Üstümde şaşkın, donmuş bakışlarla beni, otoriteyi(!) izleyen Fatih ve Serkan vardı. Donmuş ellerimin acısı ve şokun sersemleticiliği azalınca onlarla konuşabildim.
Güçlü’den (Özen) ödünç alınan kazmayı ardımızda, düştüğüm yerde kaya çatlağına kancalanmış bırakıp yolumuza devam ettik! Yeni rotaya…
İkinci plan cepteydi, tıpkı düşüp, geri çekildiğim rota gibi. Bu rota geçen kış bitimi ipsiz/free solo çıkma fikriyle yola çıkıp dibinden vazgeçtiğim hattı (Berbeka). Düşüşün üzerimdeki etkisi ve bir kez daha yaşamı sorgulama yoğunluğuyla yanaştık rotaya. Lidere ikinci kazmayı yanımızda “Paçoz” rotasına kalkışan Nihat’lardan (Konca) aldık.
Şüphesiz geçmiş yıllara nazaran, kışın, Uludağ’ a tırmanış seferleri arttı. Bunda Serkan’ın (Ertem) tanıtım-tutundurma çalışmaları, rotaların artması ve belki de en önemlisi, tırmanışların hareket noktası olan Volfram‘ a Oteller’ den ulaşımın kolaylaşması sebep olsa gerek. 2. Bölge’den uzayan yeni bir lift/hat işi çok kolaylaştırdı. Hakikaten “kazmanı kramponunu kap da gel!” oldu! Tırmanış daha pratikleşti, artık günübirlik vur-kaç bile mümkün, İstanbul’dan. Geçmişte karları kürüyerek saatlerce oraya ulaşmaya çalışırdık; böylesi bir eforun ardından tırmanmak ise bambaşka bir boyutta olurdu. Sağılmış bacaklar ve enerjiyle bir işe soyunmak her zaman güçtür. Dağcılığın spor tanımından biraz uzak durması biraz da bu yüzdendir; performans hep değişken koşullarda sunulunca… Nitekim kış sezonu içinde, emzirgen bedellerle yaptığımız, altta bahsedeceğim iki yeni rota tırmanışı bana bu farkları vurucu bir şekilde anlattı. Nerede 17-18 Mart’ta yaptığımız iki yeni çıkış, nerede 24 Mart’ta yapılan bu rotaların ilk tekrarları? Bilinmezlik içindeki rotalarda sis, kar fırtınası ve günlük güneşli hava… Çıkılmış rota ve tekrar edilen rota… Dağda hafta içi yalnız iki kişi tırmanmak ve altta onlarca insan varken rota fişeklemek. Bunlar çok ama çok farklı!
Zebani İlk Çıkış (Kış)
Sabah Sis içerisinde süzülmüştük. İlk hedefe koşturarak girmiş, düşüş ve şaklamayla onu arkamızda bırakmıştık. O hat gene “proje” olarak iştahları artıracaktı.
Yoğun bir sisin içerisinde güzelce dövüşerek yeni rotayı kramponladık ve çanaktaki bazı hatlar gibi çok tekrar görebilecek bir hattı, kışın servise açtık.
Beni serseme çeviren düşüş sonrası böyle yumuşak bir yol isabetli oldu. Buraların efendisi(!) Serkan’la nihayet beraberce bir rotaya imza atmıştık. Amaç, prestij bunu gerektirir ya! Rota ismi dağcılığa gönülden bağlı Serkan’dan geldi; ilerlemiş yaşına rağmen sekiz binlik Broad Peak dağının ilk kış tırmanışını üfleyip, inişte yaşamını kaybeden, efsane dağcılık ekolü Polonya’dan Maciej Berbeka’nın anısına...
18 Mart Pazar
Yıllardır içimi kemiren “dağcılığı az yapma” fikri artık doyma noktasına mı geldi? Etrafımda öyle anlamsız saikler ve bilinçle (bilinç mi?) yapılan bir dağcılık oldu ki… Geçen yıllarla bunu sessizce protesto da etmiş oldum. Uğultuya dönüşen, temeli ilkel güdülerle yapılanmış böylesi bir dağcılık… Sosyal ağ(!) için dağlarda olmak, sadece bu bağla var olmak benim okulumda yoktu! Bu geçmişte de vardı ve biz bunu boykot için onca zehri içmiştik!
Evet, ben yokum! Bazen kuşatılmışlığı aşmak sessiz kalmayı gerektirir; sonuçta benliğimi, dağcılıkla bağımı korumak, hatta dağcılığı korumak sanki böyle mümkün… Çok yapmak bazen yapmamakla eşdeğerdir; seks gibi! Sınırlar incedir ve yaşadığımız, varoluşumuzla anlatabileceğimiz dağcılığı telaşla yapmamalıyız, bu sefillikten başka nedir ki?
Tırmanış, bivak….
Kalktım sabah, “Duvar”da, Serkanların tırmanış, buluşma mekanında. Minderler paspaslanmıştı. Yukarıda dağda federaller birbirine eğitim verecekti.
Bursa merkezde, beton yığınlarının arasında, yeraltı mekanında güne başladım. Gene yalnızdım, eskisi gibi; iç dünyamla, tırmanış projelerimle baş başa. Tam amatör. Geçmişteki gibi. Tırmanış bölgeleri açar, illeri ziyaret eder, üniversitelilerle tırmanış yapardım! Yapmak, müzik yapmak gibi… Az para çok iş! Adana, Bilecik, İzmir, Hereke, Denizli vd… Dağlarda da vuruşarak!
Beklediğim telefon geldi. Serkan arıyordu. Beni yalnızlıktan kurtaracaktı! Dünkü karlar içinde boğuşmamız yormamış ki, saat onbire doğru şarj olduk ve buluşmaya sözleştik. Uludağ’da yeni bir rota için.
Çıktığımızda hava açık ve güzeldi. Kar Çukuru’nda donumuza doldurabileceğimiz yeni bir rota?
İkinci günkü üçüncü girişte çalışılmış bir rotaydı. Dağın mimarisini damar gibi bölen bu miks yol tamamen doğal bir hattı. Kar, kaya ve muhtemel buz…
Giriş son derece etkili bir tırmanışla başladı. Korkumdan attığım bir çok ara emniyetle spor tırmanışa bağladım. Evet, eskisi gibi değildim ama kaza kotamı da doldurmuştum. Yaptığım işlerde kazalardan çok, kontağı kapatacağım potansiyel beni daha da ürkütmüştü.
İkinci ip boyunun ardından bir gün önce deneyip düştüğüm rotanın üzerine gelmiştim; kramponların ve kazmanın ucu, eksik ara emniyetle beni hayata bağlıyordu. Üstten üzerimize türbülansla patlayan kar sağanağı altımda emniyet alan Serkan’ı buzdan adam yapmıştı. Adam saç sakal buz hayvana bağlamıştı.
Yuh! Kuyu gibi iniyor ve ben dün girişin üstünden uçtuğum bu cehennemi buz kanalını devam etseydim… Olacakları düşünmek bile ürpertti adamım.
İnce teknik çalışmalarla, soğukkanlılığımı korumaya çalışıp, emzirerek, artık cehenneme dönen koşullarda metin olmaktan yorularak ilerledim. Bunu ben istemiştim. İnsanlık tarihinin ilk günlerinden bugüne kışın, kimse…
Serkan’ın traversli bu ip boyunda düşmemesi bingo oldu! Kaza, dağda yalnız olan bizim için felaket olacaktı; Oteller’e bir sigara içimi uzaklıkta olsak da…
Sırta vardığımızda, iki yüz küsür metrelik bir tırmanışla Himalaya dağcılığına rahmet okutan koşullardaydık! Rüzgar tipileşmeye yüz tutmuş, bizi sırttan atmaya çalışıyordu. Bitmek üzereydik, çanağa inişimiz adeta canı kurtarmaya dönmüştü.
Böyle efsane bir çıkışa Oteller’e yürüyerek dönmek yakışırdı!
Saati kaçırmıştık, “son sefer” biz sırta ulaştığımızda gözümüzün üzerinden medeniyete doğru akıp gitmişti.
Donmuştuk, rüzgarla daha fazla titrememek için cami tuvaletine sığındık, “gel bizi kurtar” çağrımıza olumlu yanıt veren Fatih’i (Çelebi) İsa Mesih gibi beklemeye başladık.
Rotaya Zebani ismini verdik, ayar olmak isteyen tüm amatör tırmanıcılar için…
Doğan Palut
İletişim: doganpalut at mynet com