Brenta_Banner.jpg

“Büyüklerimin 1. Dünya savaşında sığınağı olan bu dağların benim için özel bir yeri var. ”Hakan Yalçın yine çok güzel bir gezi yazısı sunuyor bizlere. Birinci Dünya savaşına dayanan oldukça ilginç bir hikayeye sahip olan Gavur Dağları’na uzanan yolculuğundan bahsediyor. Üstelik muhteşem fotoğraflarıyla birlikte.

Biraz tarih…

Yıl 1917. Birinci Dünya savaşında Ruslar Kuzeydoğu Anadolu’yu işgal etmişlerdi. Enver Paşa’nın yanlış planları sonunda ordumuz Ruslara yenilmiş, Allahuekber Dağlarında 90,000 askerimiz donarak şehit olmuştu. Erzurum ve Bayburt’tan sonra daha içerlere ilerleyen Ruslar Gümüşhane ve Erzincan’a girmişlerdi. Gümüşhane ilinde bulunan Harşit Çayı vadisi boyunca batıya ilerleyen Rusların önünde, sayıları ve silahı oldukça az olan Osmanlı askerinden çok daha önemli bir engel vardı. Bu engel 3331m yüksekliğe ulaşan ve önlerine set gibi çekilen Gavur Dağlarıydı. Yüksek tepelerde siper alan askerlerimiz, coğrafya avantajı ile savunma yapmaya çalışırlar. Ancak Rusların yoğun top ateşine maruz kalırlar. Bir tabur askerimiz bu çatışma neticesinde aşağıdaki bir göle düşerek şehit olur. Bu sırada yerel halk can pahasına kaçmaya çalışır. Gavur Dağlarındaki mağaralara gizlenip Ruslardan kurtulmaya çalışırlar. Kaçmaya çalışan ailelerden biri daha kundakta olan bebeğini yol kenarına bırakır. Kimbilir artık onu koruyamacaklarını, belki bebeği insaflı bir Rus askerinin alarak hayatını kurtaracağını düşünmüşlerdi. Ama bir kaç saat sonra kardeşini geride bırakmaya yüreği dayanmayan ablası geri döner, bebeği kucağına alır ve diğerlerinin ardından gider…

Yukarıda bahsedilen bebek, benim anneannemin kardeşi olan Seher teyzemdir. Büyüklerimin 1. Dünya savaşında sığınağı olan bu dağların benim için özel bir yeri var. Ayrıca Gavur Dağlarını direk karşıdan gören Yaydemir köyünde (rakım 1600m) doğup büyüyen biri olarak, bu dağlar çocukluk dünyamda ulaşılmazlığı temsil ederdi. Aslında çok uzakta olmamasına rağmen Gavur Dağları sanki “Kaf Dağı” gibi erişilmez gelirdi bana. 18 yıldır Amerika’da yaşamama rağmen Gavur Dağlarını ziyaret etmek hep aklımdaydı. Tarihi tazelemek ve çocukluk dünyamın erişilmez diye aklımda kalmış bölgesini ziyaret etmek istiyordum. Bu fırsatı nihayet 2009 yılının Temmuz ayında yakaladım. Orada gördüğüm dağ manzaraları masal dünyalarını aratmayacak kadar güzeldi.

Biraz coğrafya…

Ruslara meydan okuyan, ama Türkiye çapında henüz keşfedilmemiş bu coğrafyaya bir göz atalım. Gavur Dağları, Doğu Karadeniz Sıradağlarının Gümüşhane-Giresun il sınırında 3000m’yi aşan bir çok zirveden oluşan bir alt koludur (bkz. aşağıdaki harita). Gavur Dağlarını, doğuya gittikçe yükselen Doğu Karadeniz Sıradağlarının batı kesiminde yer alan ve hatırı sayılır yüksekliğe sahip ilk zirveleri olarak düşünmek mümkündür. Daha batıda dağ zinciri 3000m’yi sadece Giresun-Ordu sınırında bulunan Karagöl Dağında geçer (rakim 3107m). Sıradağların en yüksek noktası 3932m rakımlı (ve Türkiye’nin 4. en yüksek zirvesi olan) Kaçkar, Karadenizi ziyaret eden turistlerin ve dağcıların odak noktasıdır. Kaçkar’ın, sıradağların geride kalan bütün dağları gölgesinde bıraktığını söyleyebiliriz. Bu nedenle Karadeniz’in diğer dağları çok daha az ziyaret edilir. Özellikle Rize-Artvin bölgesi dışındaki dağlar Türkiye’de pek bilinmez. Gavur Dağları ve en yüksek zirvesi olan 3331m rakımlı Abdal Musa, keşfedilmeyi bekleyen yerlerdendir. Oysa doğal güzelliğinden dolayı Gavur Dağları, 1998 yılında “Artabel Gölleri Tabiat Parkı” adıyla tabiat parkı ilan edilmiştir.[1] Belki ulaşım olarak Gümüşhane ilinin biraz ücra kalmasından olacak, Gavur Dağlarının tabiat parkı olmasına rağmen ziyaretçi sayısında önemli bir artış olmamıştır. Bunun (olumlu) bir sonucu olarak Gavur Dağları turist akınına uğramadığından doğal ve temiz halini korumuş ve bitişiğindeki köylerle tam bir uyum içinde kalmıştır.

Artabel Gölleri Tabiat Parkı’na adını veren Artabel, dağların doğusunda yer alan bir köyün eski adı olmaktadır. Bu köyün yeni adi Esentepe’dir. Köy eski adını yeni kurulan tabiat parkına devretmiştir. Artabel, Gavur Dağlarına gidişte kullanılan iki önemli rotadan birinin üzerinde bulunur. Dağlardan gelen derelerden biri Artabel’den geçerek Harşit Çayının önemli bir kolu olan Gülaçar (veya Musalla) deresine ulaşır. Harşit Çayının diğer bir kolu olan Çıt Deresi dağlara gidişte kullanılan başka bir rotadır. Çıt Deresi üzerinde bulunan en son köy Gümüştuğ’dur (eski adi Avliyana). Buradan daha yukarı devam eden yol Yılanlı adlı bir yaylaya kadar ulaşır. Dağların en yüksek zirvesi olan Abdal Musa’ya en yakın erişim noktası Yılanlı yaylasıdır. Buradan 3-4 saatlik bir yürüyüşle Abdal Musa zirvesine ulaşılabilir.

Gavur Dağlarının beslediği ve Gümüşhane’nin kuzey yarısı drenaj bölgesine giren Harşit Çayı, Doğu Karadeniz Sıradağları’nın ana doruk çizgisini yararak aşan tek akarsu olma özelliğine sahiptir. Bu kolay bir iş değildir. Türkiye’nin en hızlı akarsuyu olan Çoruh Nehri bile işin kolayına kaçıp, dağların güney eteklerinden doğuya bir kaç yüz kilometre gittikten sonra daha alçak kesimlerde bulunan Artvin üzerinden Karadeniz’le buluşur (bkz. yukarıdaki harita). Harşit Çayından daha büyük bir akarsu olan Yeşilırmak ise Çoruh’un tam tersi batıya yönelip, Samsun’da dağların iyice alçaldığı yerde Karadeniz’e ulaşır. Dağlarla başbaşa kalan Harşit Çayı, batısına Gavur Dağlarını, doğusuna Zigana dağını alıp derin bir vadi içinden geçerek direk olarak Karadeniz’e akar.

Yürüyüşe başlıyoruz…

Gavur Dağları yürüyüş planımız Gümüştuğ köyünün Yılanlı yaylasından başlayarak önce Abdal Musa’ya çıkış yapıp, ardından Çıt Deresi havzasının üst kesimlerinden Artabel vadisine geçiş yapmak şeklinde. 20 km’yi aşan bu parkur Çıt Deresini besleyen ve içinde alpin göllerin bulunduğu karlı çanaklardan geçmekte. Yürüyüşümüzü Gümüşhane Dağcılık Kulübu (GÜDAK) kurucularından Yılmaz Şahin organize ediyor. Ekibe Recep Ergin, İlyas Şahin, Vehbi Yalçın, Erkan Yurttaş ve (26 yıl öncesinden ortaokul sınıf arkadaşım olan) Osman Şahin’in  katılmasıyla 7 kişi olarak yapıyoruz. İkisu’da buluşup minibüsle Çıt Deresi’ni takip eden yoldan Yılanlı yaylasına doğru gidiyoruz. Çıt Deresi yemyeşil bir vadiden akıyor. Gümüştuğ en son olmak üzere bir kaç köyden geçiyoruz. Uzaktan Abdal Musa’nın üst kısmını görebiliyoruz. Yukarı doğru çıktıkça Gavur Dağlarının karlı kesimlerine daha çok yaklaşıyoruz. Yol boyunca yaylaya inek götüren köylülere rastlıyoruz. Yaklaşık 1 saat süren minibüs yolculuğumuz Yılanlı yaylasına yakın bir yerde bitiyor. Yürüyüşe 2400m rakımlı bir noktada, her tarafın çiçeklerle dolu olduğu bir yerde başlıyoruz.

Yayla havasını iyice soluyarak güneybatı yönünde yürümeye başlıyoruz. Bir yokuş çıktıktan sonra Yılmaz Şahin çıkış rotamız olan Abdal Musa’nın doğu sırtını gösteriyor. Çoğu taşlık ve kayalık olan doğu sırtında Abdal Musa’ya gelmeden aşılması gereken bir altzirve var. Sırta dik bir yamaçtan çıkıyoruz. Buradan Abdal Musa’nın güneyinde kalan çanakları görebiliyoruz. Bu kesim epey bir karla kaplı. Daha aşağılarda eriyen kar sularıyla beslenen coşkun derelerin oluşturduğu şelaler görüyoruz. Gür şelale seslerini uzun bir mesafeden bile duyabiliyoruz. Manzaralara doyum olmuyor.

Doğu sırtında ilerliyoruz. Önümüzde yamacı taşla dolu bir tepe var, bir kaç yüz metre yükseliyor. Üst kısmı daha kayalık. Abdal Musa zirvesinin orası olduğunu zannediyoruz. Hedefe çok yaklaştığımızı düşünerek büyük bir gayretle çıkıyoruz. Ama tepeye ulaştığımızda Abdal Musa’nin  daha ileride kaldığını görüyoruz. Bu sırada Recep Ergin heyecanla yanımıza geliyor. Nadir görülen dağ keçilerinden iki tane görmüş ve fotoğraflarını çekmiş. Onlarla tekrar karşılaşmayı ümit ederek çıkışa devam ediyoruz. Zirveye yaklaştığımızda Gavur Dağlarının batısında kalan Üçgöller havzasının güzel manzarası ile karşılaşıyoruz. Tırmanışa devam ederek 12:30 gibi zirveye ulaşıyoruz. Zirve defterini imzalayıp etrafı seyrediyoruz. Bu arada hava bozuyor. Zaman zaman epey bir sisle kaplanıyor zirve. Fazla oyalanmadan inişe başlıyoruz.

Abdal Musa’dan Artabel vadisine geçiş…

Abdal Musa’nın güney sırt çizgisinin biraz altında, dağın batı yüzünde bulunan kaygan, çarşaklı kulvarlardan çapraz geçerek iniş yapıyoruz. Aşağıda karlık bir alanın kenarında mola veriyoruz. Abdal Musa’nın tepesi tamamen sisle kaplanıyor ve hava gittikçe bozuyor. Yine yola koyuluyoruz. Aşmamız gereken karla kaplı dik yamaçlar var. Karın uzeri kaygan, azami dikkat gerektiriyor. Birden yağmur bastırıyor ve ardından dolu düşmeye başlıyor. Bir kayanın altına sığınıp havanın sakinleşmesini bekliyoruz. Yağmurun, aşağımızda bulunan gölün üstünde oluşturduğu damlacıkları seyrediyoruz. Bu göl eski bir buzul çanağının dibinde yer alıyor. Tamamen karla kaplı bu çanakta belki de yakın zamana dek buzul vardı. Buraların binlerce yıl önce nasıl olduğunu hayal etmeye çalışıyorum. Keşke dağların dili olsa da anlatabilseler...

Saklandığımız kayanın altında 15 dakika bekledikten sonra yağış duruyor ve yolumuza devam ediyoruz. Başka bir çanağa geliyoruz. Sanırım Gavur Dağlarının tamamen karla kaplı en büyük çanağı burası. Dibinde bir kaç buzul gölü görüyoruz. Ekiptekilerin kimi çanağın dik yamacından çapraz geçiş yapıyor. Kimi aşağıdaki buzul gölünün yanına inerek geçiyor. Ben az bir inişle orta kesiminden gitmeyi tercih ediyorum. Yaklaşık 45 dakika sonra çanağın öbür tarafındaki  sırtta buluşuyoruz. Bu sırt, Beşgöller havzasını üstten gören bir nokta. Burada mola alırken aşağıdaki güzel gölleri seyrediyoruz. Yola tekrar başlarken bir kuş sesi duyuyoruz. Yarı uçarak yarı koşarak yanımızdan hızla uzaklaşıyor. Hemen aklıma Kaf dağının arkasındaki Anka kuşu geliyor. Ur kekliği olduğunu söylüyor arkadaşlar. Ardından kaçışmaya çalışan 3 sevimli civciv görüyoruz. Bir tanesi kara giriyor. Onu yavasça alıp toprak üzerine bırakıyoruz. Sis gittikçe yoğunlaşırken Artabel vadisini üstten gören 3100m rakımlı tepeye çıkıyoruz. Adalı Göl yaklaşık 300m aşağıda – inanılmaz bir manzarası var. Üstten şelale oluşturan iki dere ile besleniyor. Hareket eden sisten dolayı Adalı Göl bazan ortaya çıkıp bazan kayboluyor.

Adalı Göl’e çarşak dolu dik bir yamaçtan iniyoruz. Besbelli ki göl adını içinde bulunan ufak bir adadan almış. Yanıbaşında yükselen karlı dağın gölde çok güzel bir yansıması var. İndiğimiz tepe ve yukarıdaki zirveler tamamen sis içinde kalıyor. Osman Şahin burada 1. Dünya savaşında Ruslarla yapılan mücadeleyi hatırlatıyor. Osmanlı askerleri Gülaçar vadisine hakim bu noktada siper almış. Ancak Ruslar şiddetli top ateşi ile saldırmışlar. Siperlerin ve mezarların aşağıdan gördüğümüz tepelerde bugün bile olduğunu anlatıyor Osman. Savaş sırasında anneannem,  ailesi ve civarda yaşayanların Gavur Dağlarına kaçışını gözönünde canlandırmaya çalışıyorum. İçim burkuluyor. Şu an ise burada sadece şelale sesleri duyuluyor. Sanki dağlar tarihi içlerine gömmüş, gözden uzak sakin bir şekilde kalmayı tercih ediyorlar.

İniş…

Adalı Göl’den çıkan dereyi takip ederek aşağı doğru Artabel’e iniyoruz. Dere kimi yerde şelaler oluşturmuş. Yeşil alanlar ve dere kenarları rengarenk çiçeklerle kaplı. Etrafta yükselen karlı tepeler, göller ve derelerin oluşturduğu manzaraların gerçek olduğuna inanmada zorlanıyorum. İnişte bir ara İlyas Şahin bana bir göl daha göstermek istiyor, onunla ekipten ayrılıyoruz. Biraz sonra İlyas beni birden durduruyor ve eliyle bir şey işaret ediyor. İki tane ayı yaklaşık 200m ilerimizdeki çayırda duruyor. Çabucak bir iki resim çekiyorum. Video kameraya hemen uzanıyorum. Bu sırada ayılarin biri homurdanmaya başlıyor. İlyas yüksek sesli bir bağırışla cevap veriyor. Sanırım tartışmadan biz galip çıkıyoruz ki ayılar kaçmaya başlıyor. Yakındaki bir tepenin ardından kayboluncaya dek onların koşuşunu videoya kaydediyorum.

İndiğimiz patika, Artabel’i üstten gören bir noktaya kadar uzanan araba yolunda sona eriyor. Hemen aşağımızda Artabel’in yaylası var. Köyden yaylaya gelen yolu takip ederek inişi sürdürüyoruz. Cep telefonu aracılıği ile minibüs bağlantısını halleden Yılmaz Şahin minibüsün birazdan geleceğini söylüyor. Dere yanındaki yoldan aşağı doğru keyifle gidiyoruz. Saat 7:30 sularında, yaklaşık 12 saat süren yürüyüşümüz minibüsün gelmesiyle sona eriyor. Gavur Dağlarını geride bırakıyoruz. Minibüs yolculuğunda yorgunlukla beraber uyku bastırıyor beni. Türkiye tarihinde önemli, büyüklerim ve özellikle Seher teyzem için kritik bir dönem olan 1. Dünya savaşı yıllarını zihnimde tazeliyorum. Aynı zamanda masallar dünyasındaki “Kaf Dağı”ını görmüş bir çoçuğun mutluluğu içindeyim.

Teşekkürler…

Yılmaz Şahin’e geziyi organize edip rehberlik yaptığı için, Recep Ergin ve Vehbi Yalçın’a resimlerini paylaştıkları için, Osman Şahin’e tarihten hatırlatmalar yaptığı için, İlyas Şahin’e bana bir göl daha gösterip ayıları bizden uzak tuttuğu için ve Erkan Yurttaş’a geziye katılıp renk kattığı için teşekkürlerimi sunarım.

Hakan Yalçın

İletişim:sierrawolf2002[at]yahoo.com

[1]  Dip not: “milli park” ve “tabiat parkı” arasındaki fark için Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünün web sitesine bakınız: www.milliparklar.gov.tr)