Kısa kaya adının neden beni her zaman rahatsız ettiğini düşündüğümde, birkaç farklı sebep geliyor aklıma. Bunların başında; Bouldering’in gerçekte kısa kaya olmadığı fikri bulunuyor. Bunun yanı sıra tarihsel, fiziki ve terminolojik açıdan baktığımda da, Bouldering’in kısa kaya olabileceğine dair hiçbir ize rastlayamıyorum.
Boulder, Oxford sözlüklerindeki1 kelime anlamıyla ‘genellikle, erozyonla pürüzsüz hale gelmiş büyük kaya parçası’ anlamına gelmektedir. Sesli sözlükte2 ise ‘iri kaya parçası’, ‘büyük kaya’, ‘yumru kaya’, ‘büyük taş’’ şeklinde çevrilmiştir. Kelime anlamıyla bakıldığında bağımsız bulunan büyük bir kaya bloğu olarak düşünülebilir. Yani coğrafik aşınım sonucu yuvarlak, köşeli(kare) ya da keskin hatlı ve farklı geometrik formlarda bulunan(yamuk), genellikle üç boyutlu kayalardır. Bundan kasıt, kayanın dört yönünde de tırmanış imkânın olabileceğidir(tabii zorluk el verdiği ölçüde!).
Bu tanımlar üzerinden bakıldığında, kısaca Bouldering; bu tip bloklarda ip veya teknik malzeme kullanılmadan yapılan tırmanışları kapsamaktadır diyebiliriz. Tarihte ilk olarak bu kaba tanımla başlayan Bouldering, uzun yıllar sonra Olimpiyatlara girecek kadar ciddi bir spor dalı haline gelmiştir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra sportif nitelik bakımından, tırmanışın diğer branşlarından tamamen ayrılmaya başlamıştır.
Modern anlamda Bouldering; birkaç metreden, 15 metreye kadar yüksekliklerdeki kaya bloklarında yapılan, yüksek fiziksel yeterlilik(özel kuvvet, teknik, mental yeterlilik) gerektiren, ip, teknik malzeme kullanılmadan yapılan tırmanışlara denilmektedir. Genel anlamda bir bouldering rotasının başarılı bir şekilde tamamlanmış sayılması için, başlangıç noktasından tırmanarak, düşmeden bloğun üzerine çıkılması gerekmektedir.(Top-out). Üstüne çıkmadan belli tutamaklarda biten boulderlar da var fakat istisnalar kaideyi bozmaz Tırmanıcı, varsa özel giriş kuralı ve hattın gidişiyle ilgili özel kurallar veya eliminasyonlara sadık kalarak tırmanmalıdır.
Günümüzde Bouldering’de beş altı metrelik yükseklik normal olarak kabul görse de, bunun üzerinde olan yüksekliklerdeki bloklara High Ball(Yüksek blok) denmektedir. Sekiz, dokuz metrenin üzerindeki tırmanışlar Free Solo(ipsiz tırmanış) olarak adlandırılırsa yanlış olmaz. Örneğin Jason Kehl’in 2002 yılında, Bishop/Amerika’da çıktığı V12 derecesindeki Evilution adlı bouldering rotası yaklaşık 17 metreyi buluyordu.
Buraya kadar olan kısımda Bouldering’in kabul gören tanımı üzerinde ‘kısa kaya’ kavramını anıştıracak hiçbir ipucuna rastlayamıyoruz.
Fuuuccckkkk! Peki nereden geldi bu ad?
Şimdi teleskobumu Bouldering tarihi üzerinde biraz geçmişe, ülkemize çevirmek istiyorum.
Ülkemizde Bouldering’in ne zaman başladığına dair yazılı kaynağa rastlamak zor da olsa, biraz araştırarak bir tahmin yürütmek mümkün olabilir. Ben pergelin bir kolunu kendi başladığım yıl olan 96’ya batırıp, diğer kol ile tarihin film şeridinde bir daire çizerek, bu alan içinde süreceğim atımı! Deeeaaahhhhh…
Benim başladığım dönem olan 96 yıllarında Ballıkayalar’da Kısa Kaya kavramı vardı. O dönemler üstten emniyetli veya lider rotaların altında traversler yaparak ısınırdık. Daha doğrusu ısınma ritüelinin son aşamasını bu traversler oluştururdu. Bazı günler belli rotaların giriş kısımlarında tutamaklar belirleyip, Boulder problemleri oluşturur, ipli tırmanış öncesi diğer tırmanıcı dostlarımıza kokteyl eşliğinde tanıtırdık! Bu alışkanlık da bize büyüklerimizden miras kalmıştı.
Seksenli yıllarda Ballıkayalarda; teknik anlamda kaya tırmanışı yapan ilk tırmanıcılar olan Emre Altoparlak, David Smeaton, Sami Aksoğan ve Rıfat Başar gibi kişiler, aynı zamanda kısa kaya çalışmaları da yapıyorlardı3. Kısa kaya tabiri bu dönemlerden geliyordu. Doksanların başında Doğan Palut ve doksanların ikinci yarısında da; daha çok kaya tırmanışıyla uğraşacak olan Öztürk Kayıkcı, ben, Murat Kandi, Burak Özdoğan, vd. gibi tırmanıcılar, bu mirası geliştirerek devam ettirecektik.
David İngiliz kökenli bir dağcı olduğundan, Bouldering’in ne olduğunu zaten biliyordu3. Seksenlerin sonuna doğru Ankara’dan abim gelecekti: Batur Kürüz! Bu dönemlerde bazı traversler oldukça sık tırmanılıyordu. Ayrıca o dönem adını Batur’un çalıştığı işyeri olan Hobart’tan alan blokta, gerçek anlamda Top-out’lu rotalar tırmanılmıştı. Yıl 89. Diğer popüler bir blok da Derin Çatlak rotasının alt tarafında bulunan ‘Kısa Kaya’ bloğuydu. Bloğun adı gerçekten de ‘Kısa Kaya’ydı! Bunlar gerçek anlamda bouldering rotaları olarak tanımlanabilir. Bazı günler hiç ipe girmeden sadece bu tip tırmanışlar yapıldığı da olurdu. Ya da yağmurlu günlerde mağara içine sığınıp, Boulder problemleri üzerine altın günleri yapılırdı!
Buna paralel olarak teknik tırmanışın iyi geliştiği Ankara’da da aynı tarz çalışmalar yapılmaktaydı.
ADB’den Ömer Tüzel, Recep Çatak, Batur Kürüz’ün yanı sıra Enver Yıldırgan, Salih Kaçar, Kaşif Aladağlı, Seyhan Çamlıgüney ve diğerleri(muhtemel Odtü ve Hacettepe’li dağcılar) Hüseyingazi ve Sivrihisar’da bu tip tırmanışlar yapıyorlardı. Hüseyingazi’deki Peksimet kaya traversi, yerden çok yükselmeden, tüm kayanın etrafını dönüyordu. Tarih seksenlerle başlayıp, teknik tırmanışın yükselmeye başladığı 80’lerin ikinci yarılarına denk geliyor4.
Genel anlamda İstanbul ve Ankara’da yapılan bu tırmanışlar; ya ipli rotalar için dayanıklılığı artırmak, ya da kilit problemlerini daha rahat çıkabilme amacı taşıyordu. Kaya tırmanışı da; dağlardaki teknik hatları daha rahat çıkabilmek için ‘antrenman mantığıyla’ yapılıyordu. Yani genelde ortak amaç, dağlarda daha iyi çıkışlar yapabilmekti. Bu yaklaşım gerçekten de işe yaramıştı. O yıllar ve yakın yıllar içinde, ‘teknik tırmanış’ anlamında çok değerli çıkışlar yapılacaktı. Yalnızca dağlara odaklanmış ciddi bir bakış açısı, ekipler arası rekabet ve büyük bir motivasyon bu dönemin verimini artırmıştı. Bunlara kısaca; Recep Çatak ve Ömer Tüzel’in 80 yılında yaptıkları Direktaş Kuzey duvarı, Emre Altoparlak ve David Smeaton’ın 88 yılında yaptıkları Parmakkaya tırmanışı ve Ertuğrul Melikoğlu’nun 91 yılında yaptığı Demirkazık Kuzey duvarı solo tırmanışı örneklerini verebiliriz5. Bunlar, Türk Dağcılığının avangart ilk çıkışlarından bazılarıdır.
Fakat bu yıllarda ülkemizde bırakın Bouldering’i, Spor Tırmanış bile ayrı bir kimlik kazanmamıştı. Bilgiye erişim kolay olmadığından ve yeterli pratik bulunmadığından bu branşlar köklü ve popüler Dağcılık kültürü içinde erimişti.
Spor Tırmanıştaki temel anlayışlar henüz netlik kazanmamıştı. Örneğin Dağcılıktaki temiz tırmanış kavramının spor tırmanış rotalarında minimum bolt kullanımıyla ortaya çıkması gibi. (Örneğin: Yirmi metrelik spor bir rotada 2-3 bolt bulunuyor, diğer kısımlardaki emniyeti takoz, friend’le sağlıyordunuz). Bu kavram ancak 2000 ‘li yıllarının sonlarına doğru yerine oturabilecektir. Ülkemizde Spor Tırmanış ‘ın kesin hatlarına kavuşması yirmi yıla yakın zaman almıştır diyebiliriz.
Bouldering benzeri çalışmalar ülkemize bu dönemlerde girdiğinden dolayı, söz konusu branşın Dağcılık tümdengelimiyle ‘Kısa Kaya’ olarak adlandırılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Yani Aladağlar’daki teknik tırmanış gerektiren 400-500 metre uzunluğunda bir duvarı baz alırsanız, 3-4 metrelik bir bloğa kısa kaya demeniz çok normal bir yaklaşımdır. Ayrıca diğer taraftan ülkemizde Bouldering sayılacak aktiviteler, kaya yapısından dolayı gerçekten de küçük/kısa kayalarda veya blok diplerinde travers yapılarak başlamıştı. Bu bir anlamda güvenli tırmanış demekti. Bu anlamda da Bouldering’in kimlik kazanması kolay olmayacaktı.
Yani bizim arkadaş, oyunda uzun bir süre kuru fasulye olarak kalacaktı…
Bouldering’in dünyada 2000 ‘li yıllarda, ülkemizde ise son on yılda popülaritesi hızla yükselmeye başlamıştır demek yanlış olmaz.
Doksanların sonuna geldiğimizde popüler kültür bizlere; ‘Yeni Milenyum’ adıyla, gelecek yılların barış, adalet ve uyum muştulayan bir çağın promosyonunu yapıyordu.
Bu şamatayla yuvarlanarak girmiştik 2000’li yıllara…
Peki ne oldu?
Tabii ki kapitalizmin parlattığı birçok ürün gibi yeni yılların da, bir önceki yıllardan pek bir farkı olmayacaktı. Hatta global siyaset açısından; son on senedir faşizan eğilimlerin yükseldiği, insani değerlerin gerilediği bir dönemin adımları atılacaktı.
Yani her zaman olduğu gibi Murphy gene haklı çıkacaktı!
Çünkü kapitalizmin uzmanlık alanlarının başında pazarlama gelmektedir. Öyle bir pazarlama ki; ihtiyacın olmayana bile ilgi ve satın alma isteği yaratacak cinsten başarılı… Pazarlamada eksik olanı büyük, berbat tadı olanı iştah kabartan bir ürün olarak göstermek, hile olarak algılanmaz, satış başarısı olarak adlandırılır. Popülist kültür de bizlere, gelecek yılların promosyonunu yaparak, her zaman olduğu gibi tüketim hevesini körüklüyordu.
Fakat bu dönemleri hepten suçlu ilan etmek de haksızlık olur. Zira ele aldığımız branşın popülaritesinin ivmelendiği tarihler de gene bu tarihlerdir.
Diğer branşlarla kıyaslandığında Bouldering’in yaygınlaşması çok uzun zaman almamıştır. Bu süreçte de çılgınlıkta eline su dökemeyeceğimiz, sıkı dağcıların etkisi büyüktür. Bir kaç zor rota çıkıp kendini ‘efsane’ sanan biz dönem tırmanıcılarını ‘zihni silkeleme’ amacıyla bu konulara biraz değinmek isterim.
Dünyayı kendini vazgeçilmez zanneden büyük büyük adamlar(!) yönetir, biz ise çocuklar gibi mutluluk içinde, küçük bahçelerimizden çıkmak istemeyiz. Garip ve keskin hatlı bir etiketlemeyle ayrılırız birbirimizden. Bu sisteme göre bir insan, yaptığı işe göre değer bulmaktadır yeryüzünde. Kişinin öz karakterinin, insancıllığının, ahlaki değerlerinin ve erdemli olup olmamasının bunda etkisi yoktur. Örneğin devlet yönetiminde olan insanların önem derecesi ve değeri, bir esnafa göre daha yüksektir. İşin garibi söz konusu kişilerin toplumda gördüğü saygı ve ilgi de buna eşdeğer olarak daha yüksektir.
Büyük adamlar bizlerin ilgi alanlarını, yaptığı işleri anlamaz, küçük görür ve çocukça bulur. Biz onları beğenmeyiz, sürekli eleştirir, yaban domuzu görmüş gibi uzak dururuz. Fakat bizlerdeki tanınma, ün potansiyeli arttıkça büyük adamlara daha çok yakınlaşırız. Kimi zaman onlarla yolumuz kesişir, makamlarında fotoğraf çektirmekten büyük bir mutluluk ve ayrıcalık hissederiz. Hele bir de bizlerin ellerinden tutmuşsa bu ‘büyüklerimiz’ ver elini büyük projeler(!)…
Tabii biz burada bu büyük adamlardan ve sürekli mertebe atlayarak, ünlü olmaya koşan ve onlara yaklaşmaya çalışan ‘ünlü’ tırmanıcılardan bahsetmeyeceğiz. Çünkü Bouldering’in dünyadaki başlangıç serüveni de, yaygınlaşması da, bu çok çok ünlü tırmanıcılara bağlı değildi!
Tam tersine Bouldering kişisel tırmanış arzusu ve sportif meydan okuma hissiyle, bazı bloklara tırmanılması isteğiyle doğdu. Buradaki önemli bir nokta; blokların belli problemler içermesiydi. Yani herkesin tırmanabileceği basit bloklardan bahsetmiyoruz. Bu minvalde Oscar Eckenstein’in 1880’lerde İngiltere, Lake District’te, Y Bloğunda çıktığı problem, ilk Bouldering tırmanışı olarak kabul görmektedir. Her Bouldering probleminde olduğu gibi bu tırmanış da sportif bir nitelik ve kalite içeriyordu. Eckenstein’in arkadaşları olan, o zamanın iyi dağcıları bu problemi tırmanamamışlardı6-7.
Ayrıca Eckenstein’in bir dağcıda bulunması gerekenden farklı jimnastik özellikleri, özelleşmiş kuvvet ve sportif altyapısı bulunmaktaydı. Bir örnek vermek gerekirse Eckenstein tek kolla birkaç barfiks çekebiliyordu6. Bunu neden belirtiyorum? İlk kuşak Bouldering yapanların hemen hepsi, birtakım jimnastik ve özelleşmiş kuvvet sahibi dağcılardı. Belki de kayada bu şekilde tırmanış yapma düşüncesi; fiziksel ve mental sınırları ileri sürmenin daha keskin, homojen ve kolay tanımlanabilir yollarını arama isteğinden kaynaklanıyordu…
Gene aynı dönemlerde İskoçya’da Fraser Campbell ve arkadaşları bazı tırmanışlarını Bouldering aktiviteleri olarak adlandırmışlardı.
Acaba o sırada bizim memleketimizde, Osmanlı İmparatorluğu’nda spor adına neler oluyordu? 1800’lerin sonlarında memleketimizde de bazı spor branşları kurulmaya başlanmıştı. Bunlardan bazıları Futbol, Rugby, Yatçılık ve Jimnastik olarak sayılabilir. Her ne kadar resmi, kayıtlı ilk spor kulübü Beşiktaş gibi görünse de, yaklaşık yirmi yıl kadar önce ‘Bournabat Football and Rugby Club, İzmir’de yaşayan İngiliz aileler tarafından kurulmuştu8-9. Futbol, ülkemize üç-beş asır sonra da gelse, söylemeye alışık olduğumuz bir deyişle ‘sağlık olsun’ diyelim! Zira Osmanlı’da futbolun; Hüseyin’in kesik başıyla top oynanarak icat olunduğu inanışından bu noktaya evrilmesi de güzel! Yezid, kesik kafayla top oynamadıysa da, futbolun güçlendikçe, seyircilerinin birbirini keseceği duruma gelmesi anlaşılmaz bir gerçek…
Gene ülkemizdeki bazı dağlarda çıkışlar 1800’lerin ikinci yarısından sonra başlamıştı. Ama tahmin edeceğiniz üzere bu dağcılar da yurtdışından geliyorlardı. Ülkemizden birinin bir dağa tırmanması, 1924 yılında yapılan Erciyes faaliyetiyle Miralay Cemil Cahit Toydemir tarafından olacaktır9-10.
O dönemde Osmanlıda, sportif açıdan başka çalışmalar da yapılıyordu. Beden Eğitimi ve Jimnastik, bu yıllarda okullarda ders haline getirilecekti. Daha geriye hiç gitmeyelim Güreş, Bilek Güreşi, Avcılık, Matrak türünde sporlarla karşılaşırız ki, kendi konumuzu unuturuz!
Kulüpleşme, 1800’lerin sonlarında başladı. Fakat Dağcılık anlamında ülkemizdeki ilk örgüt olan Türk Dağcılık Cemiyeti ‘nin kurulması 1928 yılını bulacaktı10. Çünkü Tanzimat yasaları gereği Türklerin bir araya gelip dernek, vakıf, kulüp kurmaları devlet tarafından yasaklandığından, bunları azınlıklar, gayri Müslimler kurup, yönetebiliyordu. Yani Türk yönetimlerinin en sevdiği slogan her dönem ‘dağılın’ olmuştur. Biz de buradan dağılıp, konumuza dönelim!
Şimdi sıkı bir dyno yapıp Fransa’ya gidelim. 1900’lerin başlarında; dünyanın Bouldering merkezi olarak tanımlayabileceğimiz Paris’de ki Fontainebleau’da tırmanış, Bouldering anlamında yeni yeni başlamış bulunuyordu. Wherlin’in1908 yılında çıktığı, Fb3 derecelik çatlakla Font macerası başladı diyebiliriz.
1914 yılında ‘büyük adamlar’ dünyayı savaşa koşarken, Jacques de Lepiney ‘ormana’ Fontainebleau’ya, La Prestat rotasının ilk çıkışını yapmaya koşmuştu… Birinci Dünya savaşı sırasında Fransız askerleri Almanya’ya karşı savaşmak üzere trenle cepheye giderken12, aynı yıl Lepiney trenle Font’a gidip, ilginç tasarımlı özel ayakkabılarıyla La Prestat’ın ilk çıkışını yapıyordu. Bu problem altı metreden yüksek bir blokta bulunuyordu. Henüz crash pad’ler icat olmadığından düşüşü hafifletecek hiçbir koruyucu unsur da yoktu.
Savaşlar olur, insanlar ölür, şehirler yıkılır… Sanat devam eder, spor devam eder, tırmanış devam eder… Tırmanıcı; kendi yazgısı kayalardan, doğadan uzak kalamaz.
Dolayısıyla o dönemin hemen tüm öncü dağcılarında olan anti-popülist yaklaşım kadar, yapılan tırmanışların kalitesi de takdire şayan nitelik taşımaktadır. Yapılan her tırmanışın önemli bir hikâyesi bulunuyor. Bunda salt tırmanış tutkusu ve belki de tarihin belli figürlere yüklediği misyonların karşı konulamaz şekilde ifa edilme dürtüsü rol oynamaktadır.
Fontainebleau gibi tırmanış bölgelerinde hava yoğundur. Kayaların arasında dolaştığınızda, yıllarca süren tırmanış macerasının bu kesif havasını hemen alabilirsiniz. Acı, açlık ve türlü zorlukların içinde yaşanan temiz ve insani tırmanış aşkı… Bu ormanı da özel kılan sadece uğruna yıllar adanmış bu eşsiz kayalar değil, ortak tırmanış geçmişimizi oluşturan bu güzel insanların hayatlarıdır. Bunu tüm dağcılık tarihi için söylemek hiç de yanlış olmayacaktır… Keşke geldiğimiz noktadaki insanlık da, biraz olsun o kuşaktan birkaç kırıntı taşıyabilseydi…
2014 yılında yaptığımız hac ziyaretinde, biz de Fontainebleau’daki tarihi rotaların izlerini sürmeye çalışmıştık. Önder Bingöl, La Prestat’ın solunda yer alan ve aynı yükseklikteki La Stalingrad rotasını altta birkaç crash pad ve güçlü bir sportter eşliğinde tırmandı! Önder’in altını alırken ellerimin terlediğini ve düşmesini istemediğimi net bir şekilde hatırlıyorum. Bu rotayı üstten ip sarkıtıp çıksaydık şüphesiz daha az strese maruz kalacaktık. Ayrıca o şartlarda, bu tırmanışı kısa bir tırmanış olarak tanımlayabilecektik. Fakat hiçbir emniyet malzemesi olmaksızın; altı metrelik bir bloğun üzerine çıkmaya çalışan hiçbir tırmanıcı, bu bloğu ve tırmanışı ‘kısa’ olarak tanımlamak istemeyecektir. Bilhassa her hamlede mikro basamaklardan kayıp kayaya kafa atarak ya da yok-tutamaklarda vücudunu hiç bilmediğin bir şekle sokmaya çalışırken düşmek riskiyle tırmanırken… Güvende hissetmeyen zihin sana, sahip olduğun fiziksel hazine kutusunun anahtarını kolay teslim etmeyecektir.
Bouldering ‘kısa kaya’ değildir.
1930’larda Pierre Allain ve arkadaşları, gerçekten de Bouldering’in gerçek anlamını ortaya koyan, yani bloğa ilk baktığınızda içinizi titretecek heybette rotalar tırmanıyor. Sadece cesaret bakımından değil, sportif açıdan da çıtayı satrançtaki at kadar ileri sürüyor…
Ayrıca Allain, ilk Fb5 derecelik rotayı da Font tarihine eklemiş bulunuyor. Beş derece diye dudak bükmeyin, Font’da 5 derece, benim diyen ibadullah tırmanıcıya zorunlu twist yaptırır!
Dereceler bakımından tarif etmek gerekirse Font’da altılar(Fb6 ve üzeri) her düzey tırmanıcıya teknik okuldur. Yediler (Fb7a ve üzeri) altında namaz kıldırır. Sekizler (Fb8a ve üzeri) blok altında yedi uyurlar gibi rüyaya yatırır…
1940’ların başlarında, Almanya’nın bitinin kanlanmasıyla, dünyanın gene büyük adamlarından(!) Führer, milyonlarca insanı katlederken, ormandaki tırmanışlar da hafiften nadasa giriyordu. Hemen savaştan sonra 1946 yılında, ilk Fb6a olan La Marie Rose, Rene Ferlet tarafından tanımlandı. Bizi hiçbir şey durduramaz!
Bu tarihler şüphesiz, Bouldering’in ayrı bir branş olarak tanımlanması açısından önemli bir altyapı oluşturmuştu. Bunun üzerine yaşayan efsane John Gill 1950’lerde ‘Bouldering’in ayrı bir branş olarak yapılabileceği’ çılgın yaklaşımını dillendirmişti. Gill’in yaklaşımı ve pratiğiyle Bouldering sadece fikri bir önermeyle değil aynı zamanda yapılan çıkışlarla, uygulanan yeni tekniklerle ve geliştirilen yeni malzemelerle de bütünlüklü bir yapı haline gelmeye başlamıştı. Fakat bunun böyle kabul görmesi kolay olmayacaktı. Hep bir çılgın olacaktı tarih sahnesinde yeni fikirlerin arkasında, bir şeylere gönülden inanan ve koşulsuz bu hayallerinin peşinden giden.
Çünkü insan olarak yeni olana, popüler olmayana, hep kaygıyla yaklaştık…
Gill dinamik hamleleri ilk tanımlayan tırmanıcı olmuştur. Bunun dışında toz kullanımı ve derecelendirme sistemini de John Gill tasarlayıp geliştirmişti. Ayrıca 50’lerin sonlarına doğru iki önemli çıkışla zorluk seviyelerini V7-V8 standartlarına çıkarmıştı.(Fb7a+/7b)
Kendisini çakı gibi, yakışıklı zamanlarından, tek kol ‘front lever’ fotoğrafıyla kolayca hatırlarsınız. Şimdi de seksenlik bir zımba diyebiliriz kendisine… Hala barfiks çekebiliyor. Allah başımızdan eksik etmesin…
Modern Boulder Gill tarafından net bir şekilde tanımlanmıştı. Bundan sonra sportif gelişim ve yayılma daha hızlı olacaktı.
Bouldering’in buraya kadar kısaca yazılan tarihini bu noktada John Gill’e; güçlü ve inançlı bu delikanlının güvenli kollarına bırakabiliriz artık.
Sonrası daha çok sportif meydan okumalara, macera ve keşfe dayanıyor. Fakat derin bir felsefe sahibi, güçlü bir doğa sevgisi olan ve dünyaya saygı duyan, ilham verici bir kuşak geliyordu: Jacky Godofe, Jonh Sherman, Fred Nicole, Klem Loskot ve Chris Sharma… Fakat bu üstatlar yazımızın konusu değil.
Modern Boulder çağının açılmasıyla V7’ler, V9’lar, V12’ler hızla geldi. İlk Fb8a, tutamak kırmalar, Fb8b’ler, ilk Fb8c ve sonrası yenidünya…
Daha üstün fiziksel performans, eksik felsefe, hızlı çıkışlar, her şeyi hızlı tüketişler… ve şimdi; çöp dolu kalabalık tırmanış bölgeleri ve magnezyum cehennemi tutamaklar ve doğadan kopuk ‘ilk tırmanıcı’… Yeni milenyum gibi naylon tırmanıcılar, yalan çıkışlar…
Bu son bölümün, konunun genel argümanlarıyla bir ilgisi yoktur. Bu bölümü benim kişisel bir notum olarak alabilirsiniz.
Bu tarihsel değerlendirme çabasından sonra, konuya diğer birkaç yüzeyden daha tırmanmak isterim.
Terminoloji ve çeviri açısından: Tırmanıştaki bazı terimlerin Türkçeleştirilme çabası bana her zaman zorlama gelmiştir. Türkçeleştirme gayretine tamamen karşı değilim, fakat bazen, bazı terimlerin tam karşılığını bulmak imkânsız olabiliyor. Ya da o terimi karşılayacak bir çeviri aynı vurguyu, ahengi vermeyebiliyor. Bu noktada zorlamayı bırakmak gerektiğine inanıyorum. Yoksa bir dönemin TDK ’sının ‘uydurduğu’ kelimelere benzer, tebessüm ettiren kelimeler çıkarmak kaçınılmaz olacaktır. Bunun yerine halk/camia içinde kabul gören kelimeler her zaman daha ahenkli, kullanışlı ve anlamlı gelmiştir bana.
Örneğin günümüzde ‘emniyet kemeri veya kolonu’, ‘koşum’ olarak söylenen ‘harness’, ‘takoz’ olarak tanımlanan ‘nut’, ‘üstten emniyetli’ olarak söylenen ‘top rope’ , ‘lider-lead’ terimleri gayet iyi oturmuş ve karşılık bulmuşken. Kata(tırmanış ayakkabısı), onsight(ilk görüşte), düşek(crash pad), yaylı tıkaç(friend) gibi terimler kadük olup ilgi görmemiştir. Bu aşamada zorlamanın anlamlı olmadığını düşünüyorum. Dili sıkmamak serbest bırakmak lazım. Korkmayın, bırakın nerede dolaşmak istiyorsa dolaşsın!
Ayrıca spor, sanat veya bilim alanlarına bakacak olursak, yeni dönemdeki ‘yabancı kelimelerin karşılıklarını bulma konusunun farklı bir boyut kazandığı, gözümüzden kaçmayacaktır. Zamanımızda yabancı kökenli yeni kelimelerin dilimize yerleşmesi kolaylaşmış ve sayısı da artmıştır. Bunda şüphesiz dünyanın geldiği küreselleşme, seyahat edebilmenin ve kültürler arası geçirgenliğin kolaylaşmasının etkisi kaçınılmaz olmuştur.
Spor branşlarından bazılarını ele alırsak: Futbol, Hentbol, Ragbi ve Voleybol gibi isimler hemen hiç değişikliğe uğramadan geçmiştir dilimize.
Bu anlamda Bouldering’in bir branş olarak algılanıp adının da çevrilmeden kullanılması doğru olacaktır. Zira yakın zamanda Bouldering adı yerine, kısaltma yapılarak Boulder adı yaygınlaşmaya başlamıştır. Şu aşamada Bouldering’in karşılığını zaten Kısa Kaya vermemektedir. Bunun yerine Blok Tırmanışı denilseydi belki daha isabetli olabilecekti. Bu argümanlar ışığında, branş adı olarak Bouldering, Boulder veya Bolder kullanmanın daha doğru olacağını düşünüyorum.
Fiziki açıdan: Bouldering algısı biraz da coğrafi yapıya bağlı olarak, kaya bloklarının boyutları ve tırmanmaya uygun olup olmamasıyla ilgilidir. Alp silsilelerinin eteklerine dökülen çeşitli boyutlarda granit plakalar Boulder için ideal problem seçeneği sunarken, farklı diyarlardaki daha kompakt kaya bantlarından çok fazla kırıntı düşmeyebiliyor!
Kaya bloklarının alt tarafları da önemlidir, zira tırmanış sırasında düşeceğiniz yer burasıdır. Zemin her zaman düz ve kumla kaplı değildir. Çoğu zaman blok diplerinde büyükçe ve düzensiz duran taşlar, crash pad’larin güvenliğini bile yetersiz bırakabilmektedir. Çok girift arazide bulunan bazı bölgelerde de blok diplerinde 2-3 metre derinliğinde çukurlar bulunabilir. Bu tip durumlarda çukurların üzerine kütükler ve dallardan ızgaralar yapılmaktadır. Böyle bloklarda tırmanırken Pad’leri bu ızgaraların üzerine yerleştirip, boşluklardan karanlık dehlizlere düşmemek için dua etmelisiniz…
Fontainebleau/Fransa, Hueco Tanks-Bishop-Colorada/Amerika, Rocklands/Güney Afrika, Hampi/Hindistan, Grampians/Avustralya gibi bölgeler kaya bakımından büyük bir serpinti olan, dünyanın en önemli/popüler Boulder bölgeleridir. Fakat bu bölgelerin önemi sadece sayıca çok blok olmasından dolayı değil, kiminin tarihi geçmişi, kiminin otantik yapısı, hemen hepsinin de kaya kalitesinin yüksek olmasından kaynaklanmaktadır. Kayanın sağlamlığı ve dokusunun güzelliği tırmanış açısından önemli ve motive edici bir faktördür. Kimse, günlerce çalıştığı kilit bir hamleyi tamamlamak üzereyken, tuttuğu tutamağın kopmasını istemeyecektir.
Ülkemize bakacak olursak kayamız boldur. Farklı yapı ve iklimlerde bulunan mükemmel kayalar lider tırmanış için ülkemizi cennete çevirirken, Bouldering anlamında; havasından mıdır suyundan mıdır bilinmez, aynı bereket maalesef bulunamamaktadır.
Ülkemizdeki en büyük Boulder bölgesi Beşparmak dağlarında bulunan Bafa gölünün çevresinde yer almaktadır. Beşparmak dağları; Bouldering bölgesi anlamında, dünyanın en büyük kaya serpintilerinden biridir. Bir ucu kuzeyde Aydın’a, diğer ucu ise güneyde Muğla’ya kadar uzanmaktadır. Kaya yapısı granit ve gözlü gnays olarak anılmaktadır.(Jeolojik olarak bakılırsa, mineral ve birçok farklı çeşitte kaya tipi bulunmaktadır)13.
Fakat Bafa; kalite bakımından maalesef çok tatmin edici bir dokuda ve sağlamlıkta değildir. Bölgenin kaliteli ve belli standartlarda problemlerini seçerseniz 100’ü geçmeyecektir. Fakat gene de Bouldering yapmak ve kendini geliştirmek isteyen tırmanıcılar için önemli bir değere sahiptir. Bölge çok yenidir ve geliştirilmeye ihtiyaç duymaktadır. Belki yeni keşifler ve tırmanışlarla farklı nitelikte blok ve problemlere ulaşılabilir. Bunun için biraz daha zaman ve tırmanıcıya ihtiyaç bulunmaktadır.
Diğer boulder bölgelerimiz daha küçük ve bölgesel nitelik taşımaktadır.
Sportif açıdan: Bouldering rotaları genellikle 3-5 hamleden 15+ hamleye kadar uzunluktadır. Yani fizyolojik açıdan patlayıcı kuvvet, maksimal kuvvet, kuvvet dayanıklılığı ve genel dayanıklılık gibi çok geniş bir yelpazede çalışma yapmaya ihtiyacınız bulunmaktadır.
Sportif açıdan Bouldering’in, tüm tırmanış branşlarının temelini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ne olur 3-5 hamleyle 400 metre tırmanış, aynı kefeye koyulur mu demeyin! Zira burada ele aldığım yön, temel tırmanış tekniği ve becerisidir.
Yedi bin metrelik bir dağın yüzeyinde tırmanılan teknik bir pasajla, yirmi metrelik spor bir rotanın kilit hamleleriyle, yedi/sekiz hamlelik bir Boulder rotası ‘tırmanış becerisi anlamında’ bir ve aynıdır. Dağcılık tarafında bu becerilerin yanı sıra; iyi bir kalp dolaşım sistemi, cesaret, tecrübe ve doğru planlama gerekliliği, spor tırmanışta da gene tecrübe ve psikolojik açıdan farklı gereklilikler bulunmaktadır.
Boulderdaki engram çeşitliliği ve karmaşıklığı üst düzeyde olduğundan dolayı bu adaptasyonu sağlayan tırmanıcıların, tırmanışın diğer branşlarında da daha hızlı problem çözebilmeleri muhtemeldir.
Bir Boulder projesini çıkabilmek için ‘sadece birkaç hamle yapmak gerektiği’ gibi, denediğinizde düşüncenizden pişmanlık hissedebileceğiniz bir hata yapmayın a dostlar! Boulderda bir hamle için aylarca yoğun ve yıpratıcı çalışmalar gerekebilir. Aynı hamleyi defalarca denemek sakatlığa çok açık bir durum oluşturmaktadır. Tırmanış esnasında sizi zorlayan yükseklik, bozuk zemin veya stresli hamle dizilerini yönetmeniz gerekmektedir.
Boulder projelerini çalışmanın en zor yanlarından biri de bir faaliyet içindeki planlamayı doğru yapabilmektir. Zaman yetecek midir, hava iyi olacak mıdır ve metabolizma arzu ettiğiniz verimi sergileyebilecek midir? Bunların hepsi uzun tırmanış yıllarının içinde yer alan antrenman-faaliyet-geçiş-antrenman-faaliyet-geçiş gibi matruşka bebe döngülerini içermektedir.
Yani Boulder problemlerinin tırmanılması uzun denemeler, faaliyetler ve antrenmanlara bağlı komplike bir denklem sonucunda gerçekleşmektedir. Sportif kısımları, kendi ilgi alanım olduğundan dolayı televizyon dizisi uzunluğunda yazabilirim fakat bu yazı için bu temel anlatım yeterli olacaktır diye düşünüyorum.
Tüm anlatmaya çalıştıklarımdan yola çıkarak, son sözü şöyle söylemek isterim:
Bouldering ne ‘kısa bir macera’, ne de ‘kısa kayadır’…
Ne tırmanırsanız tırmanın, tırmanış güzeldir…
Sevgiler…
Uğur Yılmaz
13-28.12.2018
Not 1: Bu yazının hazırlanmasında yardımları için Emre Altoparlak, David Smeaton, Ömer Tüzel, Önder Bingöl ve Doğan Palut’ a teşekkür ederim.
Not 2: Bazı bölgelerde Fontainebleau derecelendirme sistemi (Fb7a vs) gibi kullanılırken, bazı bölgelerde Amerikan derecelendirme sistemleri kullanılmaktadır.(V5-V9 gibi) Bu makaledeki fotograflarda gördüğünüz bazı rota derecelerin farklı olmasının sebebi budur. Aşağıda bu iki derecelendirme sistemi için kullanılan karşılaştırma tablosunu göreceksiniz.
Kaynakça
1. Oxford Dictionaries
3. Emre Altoparlak ve David Smeaton ile konuşmalar, yazışmalar.
4. Ömer Burhan Tüzel ve Batur Kürüz ile yazışmalar
5. Aladağlar, Ömer B. Tüzel, 2001
6. The Origins of Bouldering, John Gill
7. Bouldering, Wikipedia
8. Osmanlı Devletinde (1839-1908 Tanzimat Dönemi) Beden Eğitimi ve Spor Alanındaki Kurumsal Yapılanmalar ve Okul Programlarındaki Yeri Konusunda Bir İnceleme, Fikret Soyer, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 24, Sayı 1
9. http://www.ajansspor.com/haber/turkiyede-futbolun-130-yillik-tarihi-belgeleriyle-169735#3
10. tdf.org.tr
11. https://dagdelisi.wordpress.com/
12. Siyasi Tarih I, Oral Sander
13. http://www.latmos-felsbilder.de/02015.php?l=tur
14. Türk Dil Kurumu Sözlükleri
15. Fontainebleau: Büyülü Orman, Önder Bingöl, Takoz, ilkbahar 2012
16. bleau.info
İletişim: climbugur [at] hotmail nokta com