Marmolada_Banner.jpg

Murat Kandi, İstanbullu yeni nesil tırmanıcıların birçoğu için belki de sadece Boulderhane’nin yaratıcısı ve baş emektarı olarak bildikleri bir isim. İstanbul’da aşağı yukarı son yedi senedir en aktif yapay tırmanış duvarı olan Boulderhane’de seneler boyu tanıdığı tanımadığı rota isteyen herkese usanmadan rotalar yaratan Murat aynı zamanda ülkemizdeki öncü tırmanıcılardan da birisi.

Sportif tırmanışın ülkemizde Ballıkayalar orijinli olarak gelişmeye başladığı günden bu yana kaya tırmanışının içinde olan Kandi’nin çocukluk yıllarından gelen uzun bir klasik dağcılık geçmişi var. Ayrıca ülke dağcılığında, özellikle teknik duvar çıkışlarında önemli bir isim olan Murat Kandi’nin 1997-2002 yılları arasında özellikle Aladağlarda gerçekleştirdiği tırmanışlardan birçoğu (ilk çıkış, ilk kış, serbest solo vs.) ülke alpinizminde köşe taşı olarak değerlendirilebilir.

Sevgili Murat Kandi’ye 3 soru sorduk ve 3 yanıt aldık. Kendisine teşekkür ediyoruz.

 

1) Son yıllarda dağlardan çok sportif kaya tırmanışına ve kısa kayaya yöneldin. Zorlu uzun duvar çıkışları, teknik duvar rotalarında hızlı serbest sololar yahut teknik kış çıkışları ile tanıdığımız Murat Kandi, sanki bir bıçakla kesilmiş gibi dağlardan koptu. Bunun özel bir sebebi var mi? Yoksa senin için doğal bir süreç miydi?

Aslında benim için dağlar evim gibi hissettiğim tek yerdir. Bunda belki de 9-10 yaşlarında yoğun bir şekilde dağlara gitmeye başlamamın en büyük paya sahip olduğunu söyleyebilirim.

Evet, 2002 yılına kadar baya bir çıkış yapmaya çalıştım dağlarda. Bunlardan hangileri daha çok hoşuma gitmişti dersem, aslında sadece serbest sololar değildi, Eznevit kuzey duvarı ilk kış solo, Lahitkaya kuzey duvarı ilk kış serbest solo belki de bunlardan en çok ilgimi çeken çıkışlardı. Aslında o sırada özellikle Eznevit kış çıkışından sonra hedefim Aladağlardaki bütün ana yüzeylerinin(zirveyle sonuçlanan duvarlar) kış çıkışlarının ardı ardına durmaksızın yapmaktı. Benim için bu hedef çok önemliydi çünkü Aladağlarda bu yüzeylerin kış çıkışlarının hala yapılamamış olması bizim dağcılımızın acınası bir durumda olduğunu gösteriyor.

2002 sonrasında dağlarla arama giren iki engelden biri maddi sıkıntılar ikincisi Boulderhane oldu. Dağlarda yaşayabilirdim ama değirmenin dönmesi için kaynağı ihtiyacı vardı ve ne yazık ki o kaynak da şehirlerdeydi. Belki Aladağlarda da Alplerdeki gibi dağ rehberliği müessesesi olsaydı geçim sıkıntısı olmayacak ve dağdaki çıkışlara devam edecektim. Bir süre sonra 2-3 yıl kadar oldu, para kazanmaya da başladım ama at-meydan misali bu sefer de zaman sorun oldu. Ne vakit bir şeyler yapmaya kalksan iş çıktı o tarihlerde. Ama hala her yıl dağa gitme planları yapıyorum bin bir umutla.

2) Son dönemlerde özellikle yapay duvar ve tutamak imalatı ile profesyonel olarak da ilgilendiğin için vaktinin çoğunu yapay duvarlarda antrenman yaparak geçiriyorsun. Yapay duvarların tırmanışına kattığı artıları ve eksileri sıralayabilir misin?

Aslında bunun yanıtı da birinci soruda saklı. Spor tırmanışı hep bir sporcu gibi yapmaya çalıştım. kaya tırmanışına başladığım 96 yılından beri antrenman ve tırmanışa asla bir haftadan fazla ara vermedim.

İstanbul, spor tırmanışın bir sporcu gibi yapılabileceği bir şehir değil. Eğer ailenizin evinde oturmuyorsanız ki ben oturmuyorum, düzenli giderleriniz varsa ve yüksek bir gelire sahip değilseniz İstanbul’da sporcu olmak hiç kolay değil.

Neticede ben kapalı salonlarda tırmanışı da doğada tırmanmak kadar sevdiğim halde, zorunluluktan salon tırmanıcısı oldum ve hep kaya tırmanmayı hedefledim ve planladım. Geyve tırmanış bölgesi de bu planların sonucunda ortaya çıktı aslına bakarsanız.

İkinci önemli sebepse Boulderhane oldu, hatta dağcılığım için bile. Bir memur gibi her akşam orayı açmak zorunda kaldım. Yaklaşık 7 yıl orayı ayakta tuttum ve ne yazık ki bu fedakarlık ve emeğimin yeterince anlaşılmadığını söyleyebilirim. Hatta yakın çevremden bile, kazancımın bir bölümünü oraya yatırmama rağmen, benim oradan para bastığımı düşünenler oldu. Ama tabi bu emeğin karşılığında kimseden bir beklentim olmadığı için hayal kırıklığım da olmadı. Bir yerden sonra da sadece kurtulmaya çalıştım. Boulderhane’yle birlikte Ballıkayalar’a gitmek bile büyük bir dertti, bir iki defa uğraştım, hezimetle sonuçlandı ve kayada tırmanışını kapattım. Nihayet gönüllü bir arkadaş çıktı (İbrahim Akçay) Boulderhane’yi devrettim ve o tarihten itibaren de tekrar kayalara döndüm. Geyikbayırı, Kaynaklar ve son bir yıldır da Geyve’de hem rota açıyor hem de tırmanıyorum.

Salon tırmanışının kaya tırmanışına katkısına gelince; muhakkak ki çok katkısı olduğunu düşünüyorum. Bizim dönemimiz aslında Jerry Moffat, Ben Moon, François Legrand, Wolfgang Güllich, Jibé Tribout gibi isimlerin haberleriyle dolu bir dönemdi. Bu saydıklarımın hepsi de kaya tırmanışının o dönemki sıkı işler çıkaran ilahları sayılırlardı ve hepsi de salon tırmanışı, ayrıca salonda ağırlık çalışmaları yapan kişilerdi.

Tabi bizden en önemli farkları bu salon çalışmalarını sezon dışında (genellikle kışın kayaya gidilemediği zamanlar) yaparlardı. Oysa biz yazın da imkansızlıklar dolayısıyla gidemediğimiz için bizlere katkısı daha da büyük oldu. Spor tırmanışın Türkiye’deki dikey ilerlemesinin yatay ilerlemeye göre daha hızlı oluşunu da buna bağlıyorum.

3) Türkiye’de sportif kaya tırmanışının başladığı günlerden beri içinde olan bir isimsin. O zamanlardan bu zamana, olumlu ve olumsuz yönde gelişen neler oldu. Beklentini aşan yahut beklentinin altında kalan neler oldu?

Gerçek anlamda kaya tırmanışına 1996 senesinde Ballıkayalar'da başladım. O dönem tırmanıcı sayısı iki elin parmaklarını geçmezdi. Rota sayısı da aynı durumdaydı. Ama tırmanıcılar arasında çok yoğun bir arkadaşlık ortamı vardı. Hafta sonları dışında hafta içi de neredeyse hep buluşur Eski Kemancı'da bira içer, metal dinler, kafa sallardık.

Çok içer, çok tırmanır, az ilerlerdik. Çünkü açıkçası fiziki koşullar bu sporda ilerlemek için o kadar da iç açıcı değildi (rota, bölge ve tırmanıcı sayısı azdı) ve tabi ki tırmanış için sportif bilgiler de eksikti (antrenman, fizyoloji vb).

1999 Ağustos depremi sırasında Ballıkayalar tırmanıcıları (tayfası) arasındaki fay hatlarında da derin kırılmalar oldu. Artık hiç bir şey eskisi gibi değildi. Daha iyi tırmanıyorduk daha fittik, ama iki kişi bir araya gelip eski günlerdeki gibi herhangi bir konuda iki kelime lakırdı edemiyorduk.

Hep bir beklentimiz vardı;bu spor hızla gelişecek (tutmamasına imkân yok, bu spor şöyle harika, böyle müthiş, insanlara tanıtmak lazım, bayılacaklar vs.)

Deprem sonrasında hepimiz umutlandık. Dağcılık kulüplerine Akut'un etkisiyle yüzlerce kişi geldi. Hah, rüzgârı yakaladık dedik bu sefer. Ama tabi haydan gelen huya gidermiş. Burada da öyle oldu.

Diğerleri ne düşünür bilmiyorum ama şuan ki aşamada spor tırmanışta ferdi çıkışları saymazsak elle tutulur bir ilerleme görmüyorum. Tabi ki dağcılık sporunun doğu illerindeki tabana yayılması ve özellikle Trabzon ve Rize gibi illerde halk nezdinde benimsenmiş olması sevindirici olan gelişmeler.

Ama Ballıkaylar tayfası olarak arkaya baktığımızda, artışı bir yana bırakalım yerimizi dolduracak sayıda tırmanıcı bile göremiyoruz. Bölgeler çoğaldı ama gittiğimiz yerlerde bayram seyran dışında Türk tırmanıcıya rastlamak pek de kolay olmuyor. Hele dağlarda 2000lı yılarda yapılan duvar çıkışlarına yenilerinin eklenmesini bir kenara bırakalım, çoğunun tekrarı bile yapılmıyor.

Bu sporun gelişeceğine dair umudumuzu hala koruyoruz, az kaldı.