BDK_Banner.jpg

Georg Künne, Wilhelm Martin ve eşi Marianne 10 Temmuz 1927 sabahında Aya Sofya’ya son bir kez baktıktan sonra Anadolu yakasına, Haydarpaşa garına gelirler. On yedi parça bagajları trene istiflendikten sonra bozkıra doğru yolculukları başlar. Yolun ilk bölümü Almanların 1890larda yaptığı İstanbul – Konya arası Anadolu Demiryolu, ikinci kısmı ise Konya’dan Bağdat’a kadar sürmesi planlanan, ancak Toroslarda çıkan problemler ve araya giren bir cihan harbi yüzünden gecikmiş, bednam Bagdatbahn‘dan sürecektir. Önce İzmit körfezi boyunca “sub-tropik” meyve bahçeleri boyunca yol alırlar. Fakat sıcaklık gitgide artar. Bilecik’e geldiklerinde vagonun içindeki sıcaklık tahammül edilmez bir hale gelmiştir; kırkbir ve yarım derece ölçer Künne. Dumlupınar yakınlarında beş sene önceki meydan muharebesinin izlerini görürler, yamacın altlarında harab olmuş raylar ve lokomotifler…

Ertesi sabah Konya’ya ulaşırlar. Önce tuz ovasından geçerler Lyakonia‘nın sonra da Bağdat demiryolunun en yüksek istasyonu Ulukışla’da nihai olarak dururlar. Faruk Nafiz bir sene önce dememiş midir “Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya /…/Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları/ Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,/ Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler… “? Yolculuklarının buradan sonraki kısmı gerçekten de dönerken inleyen tekerlekler üzerinde, fakat kamçı gereksinimi olmadan (henüz) zangır zangır titreyen bir Ford arabayla vilayet merkezine devam edecektir. Kuzeye doğru yol önce güzel başlar, sonra yoldan mahrum tuz steplerinde devam ederken, arkalarında buzkar kaplı Bolkarlar yavaş yavaş gözden kaybolur. Yolda deve kervanlarına rastlar, göçebe yörüklerin çadır ve kamp ateşlerinin yakınından geçerler. Ve zamanında Hititlerin Kapadokya yöresindeki önemli yerleşimlerinden biri olan Tuwanuwa’ya, günümüzün Kemerhisar’ına. Romalılardan kalma su kemeri ve sütunları seyahatnamelerine not ederler. Sonunda yeşil bir vaha gibi görünür Bor, dik tüf yamaçlarıyla. Niğde’ye vardıklarında saat akşam 8i geçiyordur. Şehrin en iyi oteline, “Palace Hotel”e yerleşirler. “Ne kadar ilkel olsa da katlanılabilir bir barınak” olmuştur burası onlar için.

Valiyi ziyaret ederler ertesi gün, dostça karşılanırlar. Hatta Niğde’de kayda değer ne varsa içten şekilde gösterilir ekibe. “Selçuk döneminden kalma nefis binalar, birkaç cami ve muhteşem bir medrese, ve zarif çeşmeler [*]. Niğde ölü ve canlı olmak üzere ikiye bölünmüştür. Rum ve Ermeni mahalleleri tamamen terkedilmiş ve fena halde harab olmuştur. Türklerin yaşadığı çarşı bölgesi ise telaşlı bir canlılık içindedir. Vadide her yer kavak ve meyve ağaçlarıyla doluyken, dağlar tamamen çıplaktır, bu yüzden yakacak odun noksandır.” Evlerin tezekle ısıtıldığına öğrenir ve nasıl yapıldığını görürler. İstanbul’dan beri onlara eşlik eden tercümanları, aynı zamanda her türlü lojistik düzenlemeyi de yapan Gottfried Stransky 13 Temmuz sabahı kervanı düzülmesini sağlar. Atlar ve yük hayvanları ile Gümüşler, Üç kapılı üzerinden Çamardına yani o zamanki ismiyle Bereketli Maden’e yollanırlar. Bucak müdürü Süleyman Bey, ekibi içten karşılar ve güzelce doyurur. Gece uyku tulumlarında uyurlar.

14ü diğer hazırlıklar, fotoğraf ve alışverişle geçer. Stransky Niğde’den Yunus adında birini tutar, yol boyunca eskortluk etmesi için. Ayrıca yeni atlar ve biniciler de bulur. Maden çoktan kapanmış ve yöre halkı geçimini tarım ve hayvancılıkan sağlamaktadır. İlaveten halıcılık da yaparlar. Aladağların doğu yamaçları artık gözükmektedir. Yüksek dağ imgesini yaşarlar sonunda: “devasa, yalçın kireçtaşı zirveleri ve kar altında kalan nefis geniş araziler.” 15i sabahı birkaç saat boyunca fotogrametrik ölçümler yapar ve referans oluştururlar. Ve sonunda öğlen olmadan Bereketli Maden’den ayrılır ekip, beş atlı ve üç yük hayvanı eşliğinde. Artık gerçek “dağ”lar görülmüştür: “Bizim için daima yurtsunuz, uzun aşina bir Alp vadisinde yürüsek, kuzeyin uzaklarında buz kaplı devlere kürek çekerek yaklaşsak da, Türk tipi eğerde yol alsak da. Bereketli Maden’den görünen ‘bizim dağlarımız’…” sözleri dökülüverir, ve hayat bulur Die Alpen sayfalarında. Üç saatlik yolculuğun ardından Yalak köyüne varırlar. Önlerine serilen halılar üzerinde yoğurt, tereyağı, soğan ve salatalık ikramıyla sıcak bir karşılama. Aynı sıcaklıkta vedanın ardından yarım saat yol aldıktan sonra vadi çatallanır. Güneydeki kol Gelincik deresi (ya da Yalak dere, Karayalak), kuzeydeki kol ise Narpuz boğazıdır. Konvoy devam etmeye zar zor ikna edilir, vadi tabanındaki çakıllar büyük zorluk çıkartmaktadır. Atlar zorlanır, dağlık arazide deneyimsiz biniciler ip isterler güvenliksiz yamaçlarda yol alırken. Sonunda akşam olur. Atlar ve biniciler gerisin geriye yollanırlar. Geriye bir tek Niğdeli Yunus kalır, boz aygırıyla. Çadırlar çabucak dikiliverilir. Ateş yakıldığında ürkünç görünümüyle Demirkazık üzerlerinden bakmaktadır. Çok geçmeden uykuya çekilirler.

Haydarpaşa’da başlayıp kah demiryolu, kah toprak yol; kah tuz düzlükleri, kah çarşak boyunca beş gün süren yolculukları dağın kalbine getirmiştir onları. 1927nin Türkiye’sinde dağlara giden bir avuç insanı düşünmek o kadar güç ki, eğer bu yaşananlar yazılmamış olsa. Demirkazık (ki bu tırmanışa Yalak köyünden Veli Çavuş [yazıdaki şekliyle Wele Tschausch] da katılmıştır [1].), Eznevit, Kızılkaya, Kaldı, ve Alaca zirvelerinin günümüzde klasikleşen ilk çıkışlarını gerçekleştirmiş ve bölgenin ilk krokisi (aşağıda göreceğiniz oldukça hatalı ama yine de işe yarar ) hazırlanmış ve bu faaliyetin raporu Schweizer Alpen-Club (SAC) yayın organı Die Alpen’de “Der Ala Dagh in Südost-Kleinasien” başlığıyla yayınlanmıştır [2]. Aşağıdaki galeride göreceğiniz fotoğraflar bu yayından alınmış ve Aladağları Avrupa dağcılarına tanıtan ilk belgelerdir. Fotoğrafların orijinal captionlarını yazmadım; dileyen olursa daha sonra eklerim.

* * *

Şunu asla akıldan çıkartmamak lazım, bu ekspedisyonun gerçekleşmesine ön ayak olan en önemli faktör jeolog Franz Schaffer’in 1901 yılında bu bölgede yaptığı incelemeleri ve Alacabaşı çıkışının yer aldığı Petermanns Geographische Mitteilungen’de çıkan makalesi ve bir dağcının kalbine dokunan şu sözleridir [3]:

"Der Anblick des Hochgebirges ist in dieser Gegend überraschend
grossartig und sicher der imposanteste in ganz Anatolien. Ja,
er kann, was Kühnheit der Formen und Höhe der Felsgipfel anlangt, ganz
ruhig mit unseren alpinen Panoramen wetteifern. Bereketli Maden ist der
geeignete Stützpunkt… [**]

Bu sayede Aladağlar tırmanış dünyasında kazandırılmış ve peşi sıra gelen çıkışlarla tarihçesi genişler olmuştur. Künne ve ekibinden on bir yıl sonra yine bir Alman ekspedisyonunu bölgeye gelmiş, bunu da İngilizler izlemiştir [4].

“Ancak ondan sonra bir kritik kütle oluşursa sürdürülebilir bir ‘dağcılık’ ve keşifler, ilk çıkışlar ve süreli yayınlarla beslenen bir cemiyet oluşacaktır demiştim” bir önceki yazımın sonunda. Süreli yayınların ve bir kültür oluşturmanın nasıl merak ve keşfi doğurduğunun en güzel göstergelerinden biri burada aktardığım hikaye. İşte bu yüzden başta Atlas dergisi ve Türkiye’nin ilk ve an itibarıyla baskısı süren tek tırmanış dergisi Takoz‘a ve internetten yayın yapan tirmanis.org‘a çok fazla iş düşüyor. Ve unutmayalım geçmişte düzenli olarak çıkartılan Anadolu Dağcılar Birliği bültenleri ve tüm diğer süreli yayınları bulmak ve okumak, tekrar değerlendirmek ve hatırlatmak şart.

İsteğim üzerine makalenin taranmış halini yollayan ve fotoğrafları yayınlamama izin veren İsviçre Alpin Kulübü’ne ve Die Alpen dergisi yönetimine en içten teşekkürlerimi sunarım.

Referanslar ve notlar

* Bu arada okuyucuyu Gertrude Bell’in fotoğraf arşivine yönlendirmeyi boynumun borcu bilirim. Verdiğim sayfanın sonundan itibaren, Bell 1909 tarihli Niğde fotoğrafları başlıyor. Umarım bu şekilde bir nebze olsun görsel malzeme katabilirim Künne’nin anlatısına. Meraklı okuyucu web sitesini inceleyerek daha nice inanılmaz fotoğraflara erişebilir. Burada gördüğünüz fotoğraflar kaynak belirtilmeden birçok belediye ve valiliklerimizin internet sayfaların boy göstermektedir! Ne acı değil mi?!

** Bu bölgede Yüksek dağların görüntüsü şaşırtıcı derecede görkemli ve tüm Anadolu’nun en etkileyicisi. Evet, Bizim Alp panoramalarımızla rahatlıkla boy ölçüşebilir, şekillerinin cüreti ve kayalık zirvelerinin yüksekliğiyle. Bereketli Maden uygun bir karargahtır.

1 Tüzel, Ö. (2001). The Ala dag. Climbs and treks in Turkey’s Crimson mountains. Cicerone Press. pp. 25 – 26. Tüzel’in kitabında aktrılan Veli Çavuş’un tırmanıştaki rolünü anlatan kısmı tekrar okumanızı öneririm.

2 Künne & Martin (1928). Der Ala Dagh in Südost-Kleinasien. Schweizer Alpen-Club SAC, “Die Alpen”, s. 401 – 423 + 2 kroki & 9 foto.

3 Schaffer, F. X. (1904). Cilicia. Petermanns geogr. Mitt., Gotha, ErgH., 141, (110, mit 2 Taf.). 6 M.

4 Özbakır, AD. (2013) Hodgkin ve Peck, bölüm 1. tirmanis.org. url: http://tirmanis.org/alpinizm/genel/hodgkin_ve_peck1.html