Eiger_Banner.jpg

Burak Özdoğan, Türkiye'nin öncü tırmanıcılarından sevgili Doğan Palut'a 'Doğan Palut' üzerine otuzdan fazla soru sordu ve bir o kadar yanıt aldı. Siz sevgili tirmanis.org okurlarının beğenisine sunuyoruz.

 

26 Ağustos 1999, Pazartesi akşamı, yani neredeyse on sene evvel, düzenli olarak tuttuğum sevgili günlüğüme karaladığım satırlardan bir alıntı:

“(…) Hazırlandım ve -Ejder Pençesi (VII+) rotasına- girdim. İnanılmaz heyecan vardı. İlk kez ‘milli’ oluş gibi bir şey… Ama artık iyice bellemiş olduğumdan, tüm hamleler peş peşe aktı. Kafamı, kondisyonumdan daha fazla kullandım. Kilidi geçtim, o son zor hamleyi de yaptım ve iki dakika sonra rota bitti! Doğan aşağıdan –Jandarma Kaya’nın dibinde oturuyordu- bağırdı: ‘Tebrikler!’ Sonra başkaları da tebrik ettiler. Okan (Sever) ile birlikte bitirdik bu rotayı (haftalardır emniyetimi alıyordu); ve gene o almıştı emniyetimi. Neler hisettim?.. Çok şey… Ama beni en çok duygulandıran şey sanırım birden bire Doğan’ın ne kadar özel bir şey yaptığını fark etmem oldu: Bir adam, bir rota çizgisi yaratıyor, sonra bu çizgi bir başka adamın hayali oluyor, onun düşlerini süslüyor ve günün birinde bu hayali gerçekleştirerek kendi yaşamına anlam katıyor.

“Sağol Doğan! Bana, bizlere verdiğin bu anlam için sağol…”

Doğan ile ilk röportaj yaptığımda sene 2001 idi; biricik Takoz dergisinin onuncu sayısı için Doğan ile beraber kotardığımız ve çok güzel olduğuna inandığım bir çalışma olmuştu. “Dokuzuncu kapı: Hellstar” başlığı ile yayınlanan bu röportaj, Ballıkayalar’da, zorluk adına ilk kez dokuz rakamının telaffuz edildiği Hellstar’ı merkeze alıyordu; Doğan Palut’un Hellstar’ını. Doğan’ın Pendik’teki evinde koyu kahvelerimizi ardı ardına içe içe, Kadıköy, Hacıbekir’de demirhindilerimizi yudumlaya yudumlaya yaklaşık dört kaset doldurmuştuk; sayfalarca da not almıştım. Şayet sevgili Doğan’ın tüm samimiyetiyle verdiğine inandığım cevapları ve hevesimi kamçılayan desteği olmasaydı sanırım o çalışma asla içime sinecek bir kıvama gelemezdi.

Bugün, o röportajın üzerinden nereden baksanız sekiz yıl geçmiş. Doğan Palut, Hellstar’dan başka nice nice rotalar açmış durumda; sayısı üç yüzü geçkin, en sertinden en kolayına onlarca rota, yeni yeni tırmanış bahçeleri Doğan’a destek olan insanların da sayesinde tırmanış severlere adeta gümüş tepsiyle ikram ediliyor. Elbette günümüz tırmanışında, spor rotalar açan, yeni bahçeler yaratan pek çok isim, pek çok tırmanış emekçisi var. Bu kafileye günden güne yenileri de katılıyor; ama Doğan Palut’un Türkiye tırmanış sporunun gelişiminde başı çeken isimler arasında belki de en hatırı sayılanı olduğunu söylesek çok da isabetsiz bir tespit yapmamış sayılırız. İsmini bugünlerde daha ziyade spor tırmanış disiplinindeki haberlerde ve yarışmalarda duysak da, Doğan’ın dağcılık alanındaki başarılarını, çarpıcı deneyimlerini asla unutmamak gerekir. Ortaya koyduğu büyük özveri ve ender rastlanabilecek raddedeki yüksek tırmanma tutkusuyla yerinde duramayan Doğan Palut, tırmanışla dolu tamı tamına on dokuz seneyi geride bırakmış. “Tırmanışı çok seviyorum!” diyen pek çok kişiyle karşılaştım; Doğan’a bakınca ister istemez aklıma Atıf Yılmaz’ın o unutulmaz filmi, “Selvi Boylum Al Yazmalım”ı geliyor ve bu arkadaşlara: “Sevgi emektir!” diye fısıldamaktan alamıyorum kendimi.

“Sen çok mu emek veriyorsun, tırmanıyorsun ki hacı?” diyeceksiniz; yok! Tırmanmıyorum. Ben son dört-beş yıldır aktif tırmanmıyorum; bazı bazı… Tırmanış salonunda ancak… Ballıkayalar’a, dağlara falan da gitmeyeli çok oldu. Bilinçli bir seçim bu. Ama öyle de olsa, insan özlüyor zaman zaman. Yalnız ne vakit gözlerimi hayallere yumsam, ne vakit bilhassa Ballıkayalar’daki o güzel zamanları, arkadaşlıkları, tırmanış tarihimizdeki mihenk taşı denginde açılan rotaları, ilk çıkışlarımızı, tırmanıcı arkadaşların hummalı çalışmalarını, çekişmelerimizi, şamatalarımızı, Tavşanlı’daki sohbetlerimizi, küstüğümüz, barıştığımız, kaybettiğimiz dostları düşünmeye başlasam, zihnimde bir çekiç tınısı işitiyorum derinden. Ritmik bir şekilde, hedefini döven metalik bir çekiç tınısı… Doğan Palut’un çekici bu! Bir ipin ucunda asılı Doğan; elindeki çekiçle hedefini pür dikkat dövüyor; mıhladığı şey bir bolt! İndirdiği her darbeyle kayaların içinden anbean doğmakta olan yeni bir rota, nazlı nazlı gösteriyor kendini. Kimilerinin ilk tekrar için iştahlarını kabartacak, kimilerinin ikinci… Kimilerinin düşlerini süslerken kimilerinin de kâbusu olacak belki de.

Evet, o ilk röportajın üzerinden sekiz sene geçti. Amiyane tabiriyle “röportajım” geldi gene! Ben de bu sefer Doğan’a “Doğan Palut”u sormak istedim.

Gönül isterdi ki, bu röportajı da tıpkı ilkindeki gibi yüz yüze yapabileyim. Kısmet; yurt-dışında yaşadığım için bu olanağı bulamadım. E-posta yoluyla yaptık biz de. Öncelikle sevgili Doğan’a, beni kırmayıp bilgisayarı başında vakit harcayarak –bu senin için ciddi bir özveri Doğan, bunu biliyorum- sorularıma verdiği samimi yanıtlar için teşekkür ederim. Bu çalışmada Doğan ile irtibatta kalan, röportajın gerçekleşmesinde yardımlarını esirgemeyen sevgili Pınar Kavak’a, fotoğraflarını bizimle paylaşan sevgili Erkin Çakmak’a da ayrıca teşekkür ederim.

Sevgili Doğan, emeğin, tırmanış tutkun hiç solmasın; benim için senin yaratıcılığını simgeleyen sembolik çekicin hiç susmasın!

“Her taş bloğunun içinde bir heykel gizlidir;
heykeltıraşın göreviyse bu heykeli keşfetmek,onu açığa çıkartmaktır.” - Michelangelo

Burak Özdoğan,
15 Mayıs 2009, Cuma, Prag.

1. Sevgili Doğan, seni tırmanışa başlatan somut bir olay, bir adım, bir tesadüf var mı?

Somut bir olay var; ama tırmanış öncesi; doğada kamp yapmaya ve dolayısıyla bu disipline yönlendiren… Lisede bir arkadaşım yanıma geldi ve “Doğan, tam senlik bir malzeme var; almak ister misin?” “Ne bu adamım?” “Çadır”. O çadırı aldım ve Yılmaz Sevgül(Lise arkadaşımdır) ve birkaç arkadaşımla başladık kamplara. Ve gerisi geldi; Aydos Dağı, Kıyıköy derken Ballıkayalar… Orada kamp yapan İlhan, Karin, Levent ve arkadaşlarının (Yıldız Dağcılık’tan) etkisiyle de kulübe yöneldik. El yordamıyla, doğa sevgisiyle başladığımız kampçılığı(!) ‘Dağcılık ve Kaya Tırmanışı’ ile birleştirmeye… Ballı’da vadiyi ilk geçişlerde de(Deri mont-kumaş pantolon) kaya geçişine bayılıp Yılmaz’la deli gibi tırmanmaya… Kısa kaya ve ipli tırmanış… Dağlar…

2. Sanırım sene 1998 ya da 1999 idi, Ballıkayalar Piaz rotasının dibinde laflarken sana, kendini bir kaya tırmanıcısı mı yoksa bir dağcı olarak mı gördüğünü sormuştum. O zamanki yanıtın, net bir şekilde “Dağcıyım.” olmuştu. Son zamanlarda seni daha çok açtığın, tekrar ettiğin spor rotalarla duyduk, tırmanış yarışmalardaki katılımlarını izledik. Şimdi sana sorsam, gene aynı netlikle “ben bir dağcıyım.” yanıtını verir misin? Hala dağlara gidiyor musun?

Aynı netlikle demeyeyim. 98’de spor rota sayısı 20-25’ti bu ülkede, şimdi binlerle ifade ediyoruz. Çok güzel rotalar, bölgeler var, pratik de olduğu için dağcılığa göre bölündüm. 2001’den itibaren başlayan birçok yarışmaya da katıldım. Yani tırmanış adına dağlara odaklanmam, başardığım nice çıkışın(tamamlanmış birçok proje) ve dramatik kazaların da etkisiyle eksildi. Bir de tırmanmayı çok istediğim Alpler’de vize engeliyle karşılaşmam(Fransa Konsolosluğu 2005’te püskürttü)… Dağlara gene gidiyorum, başkalaşımla, zamanın türlü etkileriyle ben de karşılaşıyorum. Kazalar sonrası(iki büyük çığ kazası vb…) yeniden toparlanmaya çalışıyorum. Sonuçta dağlara, dağcılığa aşkım sürüyor. Eskisi kadar cesur, kararlı olmasam da tecrübem artış gösterdi.

3. Senle ilgili hiç unutmadığım ve o yıllarda tırmanışa bakışımda beni itekleyen bir anım var. Hatırlar mısın, sana “Demirkazık Kuzeye gitmeyi, duvarı denemeyi düşünüyoruz.” demiştim ve sen de buna karşılık: “Denemek için değil, çıkmak için gidin!” diye çıkışmıştın. Sonra da gittiğin hiçbir tırmanışı yarım bırakmamaya çabaladığını eklemiştin. Doğan, şimdi dönüp geriye baktığında, dağcılık adına bitmemiş işlerin var mı hiç?

Çıkmak için gitmek doğrudur. Gitmeden bitirmeyi, zirvede olmayı hedeflemek, ciddi hazırlanmak gereklidir. Evet, bazı projeler yarım gibi kaldı. Çok yoğun olanlara hep saldırdım ama Alpler’de yapmak istediklerim ve Aladağlar’da bazı rotalar… Ama yaşam sürdükçe gene sarmayı düşünüyorum onlara.

4. Yeni projelerin var mı?

Yeni projeler var bu yaz için: Aladağlar kesin, yurtdışı daha belirsiz.

5. Dünya ölçeğinde düşünürsek, en çok gidip görmek, tırmanmak istediğin dağ veya tırmanış bahçesi neresidir?

Yukarıda hangi dağ silsilesi olduğunu belirttim. Spor tırmanış için ise Türkiye’yi yeterince doyurucu buluyorum ama biraz da form tutmak için Kalymnos, Ceuse iyi ekmek verir diye düşünüyorum.

6. Doğan Palut'u en çok gururlandıran başarıları hangileridir?

24 yaşımda Türk dağcılığının tabusu Demirkazık Doğu Duvarına saldırıp partnerimle bitirebilmek(1994, E.Altoparlak’la), ardından Parmakkaya Kuzey(1998, Ö,Kayıkçı’yla), Tranga Kuzey Batı(1996, B.Kürüz-Ö.Kayıkçı ile), Demirkazık Kuzey kış tırmanışı(1998, B.Kürüz’le), Parmakkaya Kuzey Kış tırmanışı(2002, B. İnağ’la), solo Koca Sarp K. Batı Omzu Kış(2000) ve diğer birçok dağ tırmanışım. Yaşadığım dağcılık geçmişi; kısa cevap! Şimdilik tüm bunlar, yani yaşadıklarım, ileride, C. Bonington gibi sıkı içkici olmam için(melankoli!) yeterli.

Kaya tırmanışında da yıllarca limit rotaların ilk çıkışını başarabilmek( Skalonga, Hellstar, Şahmerdan, Odin, Luke sky walker vb)

7. Peki, gene dağcılık çatısı altında baktığında, keşke bunu hiç yapmasaydım dediğin bir -tabii ki çok özel değilse- şey oldu mu?

Böyle bir şey olmadı. Daima yüksek bir bilinçle, hazırlanmak ve denemek… Partnerlikler düzlemindeyse bu, herkesinki kadar; insan ilişkileri son derece karışık ve sorunlu diyebilirim.

8. Doğan, tırmanış tutkusu pek çok özveri istiyor, bu çok açık, hepimiz biliyoruz. Doyasıya tırmanabilmek için bir araya getirilmesinde faydalar olabilecek pek çok unsur var ve bunlardan biri de maddi imkânlar, yani para. Sence, özellikle ülkemiz koşullarını da hesaba katarak, bir tırmanıcının tırmanış becerilerinin yanında ticaret kafasına da sahip olması gerekir mi?

Ticaret kafası olan birini sporcuyla bir tutamam. Ya biri ya öbürü... Finans işleriyle sporcu uğraşıyorsa vay haline! Doğal olanı savunuyorum; para bulman zorsa evinde tırman. Bu işlerle çok uğraşırsan antrenmana, zor rotalara nasıl odaklanacaksın?

9. Hiç sponsor arayışına girdin mi? Bu süreçte seni en çok zorlayan şeyler nelerdi?

Girmedim. Sponsorlu ekspedisyonlarım ise arkadaşlarımın girişim ve destekleriyle gerçekleşti.

10. Selim İleri, “Yazmak, yalnızlığa gereksinir.” der. Aynı şey tırmanış için de biraz geçerli mi Doğan? Neden soruyorum dersen, bir Ballıkayalar kampında sana günün birinde evlenmek gibi bir hayalin var mı diye sormuştum. Hayırlamıştın o zaman beni.

Evlenmek hayalim olmadı hiç. Ama insan sevgilisinden Spor tırmanışın kimi zaman cefa gerektiren(Proje çalışmak, rota açmak, İlk görüş turnesi vb.)zamanları için iyi destek alabiliyor. Ve çokça güzelliği, elemi paylaşabiliyor.

11. Doğan Palut neden yarışıyor? Yarışmalara katılmanda öne çıkan motifler nelerdir Doğan?

Yarışmalar psikolojik yeterlilik için çok iyi bir zemin, bence tırmanmanın en zor hali. Stres içinde tırmanış; başarmaya çalışmak. Bir de şu yüzden katıldım yarışmalara, bana ayrılan bir yer vardı ve ben bunu da provoke etmek istedim. Verili bir yaşamı sevmiyorum ve kendimi onun içinde görmeyi… Geliştirici de oldu. Ama bu konuda da eskisi gibi kararlı değilim; adeta ayrı bir dal ve yarışmalar arttıkça zorlanmaya başladım. Türkiye’nin de garabetinden olsa gerek: Yedi-sekiz ay yarışmalara kendini ada ve bir yurtdışı etkinliğine git!.. O da nice belirsizliğin, bozukluğun içinde. Ya alpin tırmanış? Ya geleneksel tırmanış? Ya eğlence? Hani buna vakit, iş güç içerisinde? Profesyonel de olmadığımız için… Bunlar yalan oluyor adeta, her ay yarışma içinde kavrularak… Gene de saygımı yitirmedim, dünyada ‘spor tırmanışta ,’ performans olarak, gittikçe de öne çıktığını görüyorum; diğer spor dalları gibi… Yarışma kuralları ve verili bir ortamda tırmanmanın performans tespitinde çok işe yaradığını düşünüyorum; başarıysa başarı, zorluksa zorluk!.. Palavra yok: iyiysen göster!

12. Dağlarda başından pek çok olay geçti. Kimi ciddi kazalar da yaşadın. Bu kazaları şöyle bir gözden geçirince, senin yaşamına olumlu-olumsuz etki eden bir tanesi var mı?

Olumlu olumsuz ayrımı yapmıyorum çünkü oldular; geri dönüşü yok. Ciddi sakatlıklar bıraktılar bedenimde ama gene de olumlu görürüm, deneyim yönünden. Sonuçta mistik bir şekilde en azından ölmemi bloke ettiler gibi gelir bana, hayır hesabı…

13. Senle seneler önce Takoz dergisi için röportaj yapmıştık. Bu çalışma için doldurduğum kasetlerden birinde diyorsun ki: “Böyle giderse, herhalde bir gün dağlarda ölürüm.”Çok şükür, hala aramızdasın. O gün bunu şaka olsun diye mi söylemiştin bilmem ama bugün herhalde aynı kehanette bulunmazsın, değil mi?

Kehanet? Kim bilir! Hala sıradan bir ölümlü gibi kontağı kapayacağımı pek düşünmüyorum. Acaba diyorum. O tarihlerde adeta bir manyaktım! Koç kafası devam ediyordum, şimdi daha uzlaşmacı, barışığım. Yani, evet kendime ihanet ettim!

14. Doğan Palut'u en çok etkileyen tırmanıcılar kimlerdir? Ona ilham veren, gerek ülkemizden gerek dünyadan, hangi isimler?

Doğu bloğu ekolüne tapıyorum, Slovenler favorim; Silvo Karo, Jeglic gibiler… Sihirli buluyorum adamları ve Underground(Yeraltı), Spor Tırmanışta Tomas Mrazek, gene aynı ekolden. Alex Huber kombine ve çok etkileyici bir tırmanıcı.

15. Ülkemizde çıtayı daha da yukarılara taşıyacağını düşündüğün tırmanıcılar kimler olabilir?

Buna ancak daraltılmış alan olarak yanıt verebilirim; Spor Tırmanış başlığıyla; Serkan Ercan zaten öteledi, Uğur Yılmaz iyi bir yarışmacı, Mümin Karabaş ve Zorbey Aktuyun’da zorluyor. Tabii ki yetiştireceğimiz daha genç kuşaklar var; ama isteklilik ve çalışkanlığı kombine edebilecekler mi? Bekliyoruz ve ben devam ediyorum, antrenör olarak çalıştırdığım minikler, gençler var.

16. Gelelim Ballıkayalar'a... Ballıkayalar senin için ne ifade ediyor? Dününü ve bugününü nasıl görüyorsun? Ve yarınını?

Ballıkayalar?... Yüreğim…. Miladım… Bizim jenerasyonun kalbinde yerini yitirmeyeceğini… Batur, Emre, Serkan, Utku, Öztürk, Süleyman, Uğur, Jale, Duygu, Kandi, Burak ve daha nice figür… Gidip gidip döneceğimiz. Büyük okul, neredeyse tüm ilklere sahip… Tarihi değeriyle kıymeti ancak artacak; azalmayacak… ‘Dün,’ çoktan efsane oldu, bugün de fena değil. Keşif ve macera bitti, bu üzücü. Yarın daha sıradan olacak ve rotalar kaygan, tırmanan çok… İyi ki Tabiat Parkı ilan edildi, değişik hoşnutsuzluklar yaşasak da. Bu statü oturdu biraz ve vahşi tipler azaldı(Maganda).

17. Bugün, Ballıkayalar jargonu diye bir şey var. Moruk, yağla, dötte şaklamak vb. argo kelime dağarcığını kullanan nice tırmanıcı herhalde hâlâ vardır. Doğan bu lügatin yaratıcısı olarak seni afişe etsek, yanlış olur mu? Şimdiyi bilmem ama sence bir dönem genç tırmanıcılar neden bu konuşma tarzını kolayca benimsiyorlardı? Sana ya da senin gibi o dönemin oldukça öne çıkan tırmanıcılarına karşı duyulan bir özenti olabilir mi?

Gelenek sürüyor! Bu lügatin, jargonun tetikçisi sayılabilirim. Afişe edilebilirim. Stres ortamında bir eğlence; yalıtım ve konsantrasyonu artıran. Dış dünyanın aptallık ve sersemliklerini bir protestoydu da benim için. Öne çıkan tırmanıcılara özenti? Şüphesiz, bir etken de bu olsa gerek.

18. Senin kullandığın bazı cinsel odaklı tabirler var, rotada erken boşalmak gibi. Bazı rota isimlerinde de bu dikkate çarpıyor. Abi “neden” diye sorsam?

Durumu iyi ve çarpıcı bir şekilde yansıttığı için olsa gerek; vurgu hesabı. Rota isimleri? Amaç eğlence değil miydi ve protesto?

19. Eskiden Ballıkayalar'da “ustaya saygı” diye bir olgu vardı. Bilmeyenler için, neydi bu, rotayı açan kişi kilidi nasıl geçtiyse ona hürmeten aynı ya da çok benzer hamlelerle kilidin geçilmesi üzerine kurulu, yazılı olmayan bir adet. Bunun, senin tarafından dayatıldığını söyleyenler bile vardı. Tabii her şeyi o günün şartlarıyla değerlendirmek lazım ama... Hakikaten böyle bir beklentin ya da arzun var mıydı o dönemlerde senin açtığın rotalar için?

Beklentim vardı. Kısıtlı(az sayıda) rotalarımızda bu sporun temelini atarken etik kaygılar sanırım en çok bende vardı. Yıllar sonra da görüyorum ki sporun temeli kurallar bütünü ve etik de daima ön planda. Bizim de daha ziyade ‘Doğu toplumu’ oluşumuz düşünülürse… İşi, iyi ki diyorum, farklı düşünenler olsa da, o dönem, bu kadar sıkı tutmuşuz, çok sıkı disiplinler nice sporcu boy verdi! Şimdi buna oldukça yabancılaştık ama bu: Düşmeden tırmanmak, ekspresleri tutmamak, rotayı fırçayla temizlemek, hatta ekspresleri, illa, takarak tırmanmak, benim için, benliğimin geçici tatmininden ziyade rotaya, doğanın kendisine saygı duyabilmek anlamına geliyordu. Şimdi bunca rota varken bu abartı gibi duruyor ama kaçışın da sonu yok; bazı insanlar rotadaki zor hamlelerden kaçmak için adeta taklalar atıyorlar. Biz de katı kurallarla buna engel olmak yolunu seçtik, etik olarak.

20. Şu sarı renk meselesi, bunu çok merak ediyorum, bir dönem seni sürekli sarı renkli tırmanış pantolonuyla, taytıyla görmeye başladık. Poların sarıydı. İstanbul'da seni son gördüğümde saçını da sarıya boyamıştın. Neden sarı, Doğan?

Çocukken tam bir Sarı’ydım! Sonra siyahlaştım. Bir lakabım da Sarı idi. Geçmişe bir özlem, yitirdiğim bu orijinalliğe? Ama son yıllarda yalan ettim bunu.

21. Ballıkayalar'dan şimdiye çok rota açtın zaman içinde. Spor rota boltlama anlayışın o zamandan bu zamana çok değişti mi? Mesela o zamanlar takoz atılabilen bir çatlak olduğunda bolt çakmıyordun, spor rota bile olsa.

Kesinlikle değişti, eskisi gibi değil. Hatta bu son zamanlarda restorasyon için Ballı’ya çok gidiyorum ve şaşırıyorum yıllardır çıkmadığım rotaları çıkarken; “Şero sen ne yapmışsın? O ne bolt araları!” Boltları yenilerken adeta güncelleme de yapıyorum. Araya bolt, zorluk derecesini yükseltmece! Ama sanırım yanımda birkaç kişi dursaydı daha çok ‘karışık’ rota açardım ve ara emniyetleri daha açık aralı; ama olmadı. Kamu görüşüne, genel görüşe, eşitlikçilik ve demokrasi inancımdan da dolayı, ben de uydum. Arkadaşlarımın eleştirilerinin haklı ve güzel yanları da var; özeleştiri de şimdiki durumum. Ama şu da dikkatimi çekti: üslupsuzluk ve kuyrukçuluk. Biz yapınca ‘tu kaka’, Evropalı(!) yapınca ‘secde’! Örnek: Alttan rota açmak için alttan rota açmak! Adamım bunun için birisini mi görmen gerekiyordu? Her neyse, derince ve çok tartışmalı bir konu…

22. İnsan evlatları arasında ayrım zor yapar gerçi ama Ballı'daki en favori rotanı sorsam...

Bir tane değil birçok var. Ayırmayı çok tercih etmiyorum, doğaya saygı icabı. Dediğin gibi adeta çocuğum gibi görüyorum onları, çok ayıramam. Kötü dediğimizi sonradan çok sevebiliriz, homojen ya da Boulder.

23. Doğan bugüne kadar kaç spor rota açmışsındır? Sayısı belli mi?

Kesin sayıyı toplamadım ama 300-400 arasında sanırım.

24. Hiç keşke açmasaydım dediğin bir rota oldu mu? Neden?

Olmadı. Ama içime sinmeyen rotalar oldu, az da olsa. Ya çok bağımsız bir hat olmadığı için ya da boltlamadaki bazı başarısızlıklardan ötürü, tüm özenime rağmen…

25. Açmaktan en çok kıvanç duyduğun rotalar hangileri?

Dağda dersen Torasan Kuzey Doğu Sırtı/Doğu yüzü rotası master tezimdir, Emre ile çıktığımız.

Spor rota saymamla bitmez, kolay/zor öyle güzel kreasyonlar var ki…

26. Ülkemiz dağcılığının bugününü ve yarınını nasıl görüyorsun?

İyi bir gelişim içinde, sonuçta nitelik/nicelik olarak yol alıyor. Ama parıltılı, etkileyici, ‘ölümüne asılan’ figür eksik! Bekliyorum o çocuğu.

27. Ekşi Sözlük diye bir internet sitesi var, duymuşluğun var mı bilmiyorum, orada seninle ilgili bir başlık açılmış ve senin hakkında yazılanlardan bir tanesi oldukça ilgimi çekti: “türkiye'nin en iyi kaya tırmanıcılarından. Seveni de nefret edeni de çoktur. “ Gerçekten de senden nefret eden bir kesim olduğunu düşünüyor musun?

Hissediyorum. Doğal olduğunu da… Herkes öz benliğini, haklı/haksız, dürüst/üçkâğıtlıca doyurmaya çalışıyor… Ne yapabilirim? Ben, tırmanışa karşı dürüstlüğümü, romantizmimi yitirmemeye çalışıyorum. Örnek de olmaya… Ama bazen kavga da ediyorum.

28. Bugün, ülkemizdeki bir dağcıyı ve spor kaya tırmanıcısını hangi rotaları tırmandığı zaman dikkate değer bulursun?

Seri ortada, rehber kitap ve bilgiler hazır. Yeni, etkileyici bir figürün çok çalışkan, istekli, yetenekli, kısaca fırtına gibi birisi olması gerekli. Yapılanları ancak böyle birisi aşabilir ya da dikkat çekebilir.

29. Okumayı çok sevdiğini biliyorum. Ülkemizden ve dünya edebiyatından hangi yazarları takip ediyorsun?

Son yıllarıma Gotik edebiyat damgasını vurdu; Lovecraft, Poe, Wells gibileri… Ve her zaman yeni okumalar: Tarih, antropoloji, arkeoloji, Psikoloji vs… Magazin ve gazeteleri de ihmal etmeden!... Ayrıca daima arkadaşım Nedim Sipahi’nin nefis dağcılık literatürü çevirilerini de bekliyorum; en son Bonatti kitabı sarstı ve zenginleştirdi beni.

30. Doğan, bir filozof, bir edebiyatçı, bir matematikçi, yaşı kemale erse de düşünmeye, yazmaya, hesap yapmaya devam edebilir, gençliğinde ruhunu besleyen bu tutkularını sürdürebilir bir ölçüde. Daha çok zihne dayalı bu uğraşlar, zamana karşı daha dayanıklıdırlar. Oysa tırmanış, vücuttan beslenen bir eylem ve bu yüzden yaşlılığa karşı savaşımı daha çetin. Buradan hareketle, yaşamını tırmanışa adamış biri olarak seni ileriki yıllar tedirgin ediyor mu? Nasıl bir Doğan dede var kafanda?

Bu konuyu da dikkatle takip ediyorum: yaşlanma ve tırmanış! Yılların üzerimdeki etkileri? Kazandıklarım, yitirdiklerim? Bunu analiz ederek yoluma sağlıklı ve bilinçli devam etmek istiyorum. Henüz gencim ve erken pes etmek istemem! Esas aldığım şey şu, gelişmeye devam edebiliyor muyum, nitelik olarak eskisinden daha verimli, daha başarılı tırmanabiliyor muyum? Tırmanış, yaşam boyu!

Doğan dede? Tabi ki eli bastonlu ve gene tırmanış etiğini kollayan!

31. Son olarak, söylemek, eklemek istediklerin var mı diye sormak isterim.

Kendimle, geçmişteki Doğan’la yüzleşmemi sağladığınız için çok teşekkür ederim. Soruları kendimi sorgulayıp-silkeleyerek yanıtlamaya çalışırken, dürüstçe, bu karşıma çıktı. Hem kişisel tarihimdeki en iyi röportajı yıllar önce Takoz dergisinin ilk sayılarından birine yapan Burak Özdoğan’la da ‘yeniden’ olduğu için.

Teşekkürler Doğan!