Dağcılık (tırmanış müsabakalarını bu kavramın bir parçası saymıyorum), geleneksel anlamda müsabakaya dayalı bir spor olmasa da ancak ‘sportif‘ bir uğraş olarak Avrupa’da, Alp dağlarında başlamıştır. Burada "sportif" kelimesini biraz mecburiyetten kullandığımı ifade etmeliyim, zira lisanımızda, İngilizce‘de "recreational activity" kelimesinin karşılığı bulunmamaktadır. Bunu Türkçe’ye belki‚ boş zamanları değerlendirme ‘uğraşı’ veya ‘hobi‘ olarak çevirmek mümkün olsa da ancak İngilizce kelime anlamını taşımamaktadır, zira İngilizce "recreation" kelimesinin tam teknik karşılığı ‘yeniden yaratmadır‘. Evet dağcılık, Avrupa’da 19. yüzyılın ikinci yarısına hakim olan sanayi devriminin büyük kentlerde yarattığı çok ağır yaşam koşullarından, insanların hafta sonlarında ve boş zamanlarında dağların doğasına kaçarak kendilerini yeniden yaratmalarının eylemi olarak başlamış ve zaman içerisinde, her sosyal sınıftan insanın benimsediği bir uğraş haline dönüşmüştür. İster edebiyatta olsun, ister resimde, ister felsefede, tüm sosyal bilim ve sanat dallarında etkisini hissettiren 19. yüzyılın son çeyreğinin romantik felsefesi, dağcılığı idealize etmiş, dağların doğasını yüceltmiş, gizemleştirmiş, kahramanlar ve mitoslar yaratmıştır. Kuşkusuz bu mitos yaratma sürecine, dağcılığın başlangıç aşamasındaki kazalar da katkıda bulunmuştur.
Dağ rehberliği mesleği, hiç kuşku yok ki önemli ölçüde İngiltere’den İsviçre dağlarına tırmanmak amacıyla seyahat etmeye başlayan, maddi olarak imtiyazlı kesimin sayısındaki artışa, büyük kentlerde dağcılık kulüplerinin kurulmasına ve dağcılık literatürünün çoğalmasına koşut olarak, ilk önce İsviçre’de başlamış ve gelişmiştir. İlk başlarda, dağların etrafındaki köylerde yaşayan köylüler ve çobanlar, yaz aylarında müşterilerine kılavuzluk yapıp, onlara yol tarif etmenin, veyahut yüklerini taşımanın ötesinde bir sorumluluk üstlenmemişlerdir. Ancak gel zaman, git zaman, basit kılavuzluk yardımıyla erişilebilecek zirvelerin ‘ilk çıkışlar’ı tüketildikten sonra, dağcılık tekniği ve malzemesinin de gelişmesiyle, yeni ufuklar, zorlu ve tehlikeli tırmanışlar dağcılıkta öne çıkmaya başlamıştır. Bir süre önce yine tirmanis.org’da yayımlanan, 19. yüzyılın filozof dağcıları arasında yer alan ve modern alpinizmin öncülerinden sayılan Eugen Guido Lammer’in ‘Rehberler Özgür müdür?‘ başlıklı, 1886 yılında Avusturya Dağcılık Mecmuası’nda yayımlanan makalesinin yaptığım tercümesi, bu anlattığım arka plana ve 19. yüzyılda rehberlik mesleğine ışık tutmaktadır.
Ancak tarihi arka planı bir tarafa bırakacak olursak, bugün, dağcılığın beşiği sayılan ve 150 yıldan fazla bir dağcılık kültürüne ve geleneğine sahip olan Alp dağları kuşağı ülkelerde ‘dağ rehberi‘ denildiğinde ne anlaşılmaktadır? Dağ rehberi, deneyimi, dağlara ilişkin yerel bilgisi ve aldığı eğitim ile bunun neticesinde, açılan devlet sınavlarını başarıyla vermek suretiyle, ücret karşılığında yürüyüşçülere, tırmanıcılara ve dağcılara rehberlik yapmaya, onları eğitmeye ehil, sorumlu kişidir. Burada bir kelimeye dikkatinizi çekmek isterim. ‘Sorumlu‘! Yani, dağ rehberi sadece ‘ehil‘ değildir. Aynı zamanda ‘sorumludur‘. Pekiyi, bu ne anlama gelmektedir? Kuşkusuz, manevi her türlü sorumluluğun yanı sıra, yargı sistemi içerisinde hukuken sorumluluk üstlendiği anlamına gelmektedir. Kısacası, bir dağ rehberi, müşterisini dağda yitirmesi veyahut onu, yaralanmasına yol açacak bir kazaya maruz bırakması halinde yargı önünde hesap vermek durumundadır. Dağ rehberi “dağların, bir dağ rehberinin dahi denetiminde olmayan objektif tehlikeleri vardır, müşterim de dağların bu tehlikelerini biliyordu ve buna rağmen dağlarda tırmanmayı tercih etti, bir taş düştü geldi kafasını parçaladı” diyemez. Yargı, “aldığın eğitim icabı, o saatte, o koşullarda, o kulvarın içerisinde taş düşme riski bulunduğunu bilmen ve değerlendirmen gerekiyordu” yanıtını verecektir ve kendisini sorumlu tutacaktır. Bu yüzdendir ki bazı rehberler, ‘bir rehberin başına müşterisinin ölümüyle neticelenecek bir kaza gelecekse, en iyisi müşterisiyle birlikte ölmesidir‘ diyebilecek kadar konuyu dramatize edebilmektedirler. Yakın bir arkadaşım, devletçe onaylı bir Avusturyalı dağ ve kayak rehberi, iki müşterisini bir çığda kaybedince seneler süren ve ölenlerin yakınlarının ciddi tazminat taleplerine konu olan bir davaya maruz kalmış, sonuçta rehberliği bırakmıştır. Ailesinin geçimini dağ rehberliğinden sağlayan, ufak bir köyde tüm sosyal yaşantısını ve itibarını bu uğraş üzerine kurmuş olan bir dağcının, mesleğini bu şekilde kaybetmesinin sonuçlarının, şehirde aniden bir gecede işinden olan bir aile reisinden farkı yoktur. Hatta şehirde yaşayan birisi daha şanslıdır zira nispeten kısa zaman içerisinde farklı istihdam alanları bulma olasılığı daha fazladır.
Şimdi bu kısa girizgahtan sonra, dağ rehberliği kurumunun Avrupa’da tarihi geçmişine kısaca bir göz atalım. Bu bağlamda ön plana çıkan ülkeler hiç şüphe yok ki Avusturya, İsviçre, Almanya, İtalya ve Fransa’dır. Bu ülkelerin hepsinde dağ rehberliği tedricen 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra ve özellikle son çeyreğinde kurumsallaşmaya başlamıştır. Hepsini burada tek tek anlatmak amacı aşacağından, en eski resmi kurumsal çerçeveye sahip olan Avusturya’daki dağ rehberliğinin geçmişine değinmek, yeteri ölçüde aydınlatıcı olacaktır sanırım.
Avusturya’da ilk Dağ Rehberliği Yönetmeliği, Salzburg dağları için 1863 yılında yerel hükümet tarafından hazırlanmış ve ilk Dağ Rehberleri Derneği Heiligenblutt’da kurulmuştur. 1866 yılında ise ülke sathında milli bir kararnameyle, Avusturya’da dağları bulunan tüm eyaletlerde yeknesak bir Dağ Rehberi Yönetmeliği hazırlanması talimatı verilmiştir. 1878 yılında, ölen veyahut yaralanan dağ rehberleri ve ailelerini ekonomik olarak koruyabilmek için ilk Dağ Rehberi Sigorta Kurumu hayata geçirilmiştir. 1880 yılında ise ülke çapında ilk yeknesak Dağ Rehberi Eğitim Yönetmeliği çıkarılmıştır. 1902 yılında, o zamana kadar sadece yaz eğitim kurslarını içeren bu eğitim yönetmeliği, içerisine dağ kayağını da alacak şekilde genişletilmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Harbi senelerinde 1915 ile 1945 arasında birçok dağ rehberi cephede hayatını kaybetmiştir. 1947 yılında, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk Dağ ve Kayak Rehberi eğitimleri Avusturya Dağcılık Federasyonu bünyesinde yeniden başlatılmıştır. 1963 yılında ise Avusturya Dağ ve Kayak Rehberleri Birliği kurulmuş ve dağ ve kayak rehberlerine ilişkin tüm sorumluluk ve yetkiler Avusturya Dağcılık Federasyonu’ndan Avusturya Dağ ve Kayak Rehberleri Birliği’ne devredilmiştir.
1965 yılında, Almanya hariç, Avusturya, İsviçre, Güney Tirol (İtalya) ve Fransa Dağ Rehberleri Birlikleri Zermatt’ta bir araya gelerek Dağ Rehberleri Birliği Federasyonu’nu kurmayı kararlaştırmışlardır. Almanca adıyla IVBV, yani ‘Internationale Vereinigung der Bergführerverbande‘ böylelikle oluşturulmuş, tüzüğü 1966 yılında kabul edilmiştir. Federasyon’un amacı, anılan ülkelerdeki dağ rehberlerine ilişkin milli kanun ve yönetmeliklerin uyumlaştırılması, yeknesak bir eğitim sisteminin oluşturulması ve uluslararası tanınmışlığı haiz bir sertifika ve bröve hazırlanması olmuştur. Almanya da sonra IVBV’ne üye olmuştur.
1971 yılında Avusturya’da, Avusturya Dağ ve Kayak Rehberleri Birliği’nin, Avusturya Spor Bakanlığı’na bağlı Beden Eğitimi Enstitüsü ile birlikte hazırladığı resmi Dağ ve Kayak Rehberi eğitimleri başlamış ve ilk ‘Devletçe Onaylı Dağ ve Kayak Rehberi‘ sertifikaları ita edilmeye başlanmıştır. 1990 yılında, 25. sene kutlamalarında, Birliğin bünyesinde yaklaşık 1000 civarında Devletçe Onaylı Dağ ve Kayak Rehberi bulunmaktaydı. 1999 yılında, Birliğin eğitim programına Canyoning ve Spor Tırmanışları da ayrı bir eğitim dalı olarak dahil edilmiştir.
2015-2016 yıllarında eğitim programı sil baştan düzenlenmiş, Dağ ve Kayak rehberlerinin temel eğitimi Avusturya Dağ ve Kayak Rehberleri Birliği tarafından verilmeyi müteakip, bu etabı başarıyla tamamlayanlar, Spor Bakanlığı’na bağlı Devlet Spor Akademisi’nde 2.5 yıllık bir eğitimden geçtikten ve sınavları başarıyla verdikten sonra sertifika ve brövelerini almaya hak kazanmışlardır. IVBV, dağ rehberliği eğitimini 2.5 yıl olarak bir standarda bağlamıştır. 2016 yılında, Avusturya Dağ ve Kayak Rehberleri Birliği‘nin üye sayısı 1594’e ulaşmıştır.
IVBV’nin dağ rehberlerinin eğitimini yeknesaklaştırdığından yukarıda söz etmiştim. Şimdi bunun içeriğine kısaca bir göz atmakta yarar vardır. Günümüzde, bu eğitim üç kademelidir:
1-Birinci kademede rehber olmayı amaçlayan dağcı, kendisini çeşitli dağlarda tırmanışlar yaparak hazırlamakta, bunların raporlarını kayıt altına almakta ve kendisi için bir başvuru portföyü hazırlamaktadır. Bu dosya ile dağ ve kayak rehberliği eğitimi için kendi milli birliğine başvurusunu yapmaktadır. Başvuruyu yapan dağcının portföyünde ne gibi çıkışlar olması gerektiğine dair belirgin bir kıstas olmamakla birlikte, ancak dağcılığın günümüzdeki yüksek standartları ve çeşitliliği dikkate alındığında, oldukça geniş kapsamlı olması gerekeceğini izah etmeye gerek yoktur. Buradan da yola çıkarak, bir dağcının henüz sadece başvurusunu yapabilmesi için seneler süren bir dağcılık özgeçmişinin ve deneyiminin olması gerektiği sonucuna varmak mümkündür. Tüm çıkışlarının raporlarını ve fotoğraflarını içeren bu portföyü sunduktan ve bu yeterli bulunduktan sonra, rehber adayı bir giriş sınavına alınmaktadır. Bunu geçerse rehber aday adayı olmaktadır.
2-İkinci kademede, rehber aday adayı yaz ve kış kurslarına tabi tutulmakta ve bunun neticesinde ‘aday diplomasını‘ kazanmaktadır. Aday diploması ile dağ ve kayak rehberi adayı, ücret karşılığında 1 ile 5 sene arasında rehberlik yapabilmekte, eğitim verebilmektedir.
3-Üçüncü kademede, rehber adayı, en erken 3 yıllık adaylığın sonunda Devletçe Onaylı Dağ ve Kayak Rehberliği sınavına girmeye hak kazanmaktadır.
Birinci kademede, sadece ortalamanın üzerinde ‘All- Rounder‘ denilen, yani dağcılığın tüm farklı kademelerinde yüksek standartta çıkış yapmış olan adaylar giriş sınavına alınmaktadır. Ülkelerin milli birliği, portföyü yeterli bulursa, aday adayını yeterlilik sınavına kabul etmektedir. Sınavda, adayın çeşitli koşullarda liderlik yapıp yapamayacağı ölçülmekte/sınanmaktadır. Aday adayı, uzun ve zorlu tırmanışlarda yeterli kondisyonunun ve dayanıklılığının olduğunu göstermek zorundadır. Kayada en aşağı 6c+ zorluk derecesinde lider tırmanabilmeli, 80 derecelik buz tırmanışlarında öncülük yapabilmelidir. Pistte ve pist dışında, her türlü kar koşullarında mükemmel kayak kayabilmelidir (aday adaylarının %40’ı burada kaybetmektedirler).
İkinci kademede eğitimin kendisi başlamaktadır. 159 farklı konuda aday adayı dağlarda rehberlik konusunda teorik ve pratik derslerde eğitilmektedir. Bu eğitimlerde dağcılık eğitimi değil (zaten adayın başvuru sınavını geçmiş olması halinde dağcılığı ve kayağı tüm yönleriyle bildiği kabul edilmektedir) rehberlik eğitimi verilmektedir. Kaya tırmanışı, dağ kayağı, yüksek dağ kayağı ve ‘freeriding‘ (kaya, ağaç gibi engellerle dolu dik ve zorlu arazide kayak), hava bilgisi, yön bulma, dağda kurtarma, çığ bilgisi ve ekoloji, bu başlıkların önde gelenleri arasındadır.
Üçüncü kademede, ilk iki kademede her şey sorunsuz gitmiş ise, en erken üçüncü senenin sonunda aday sınava girebilmektedir. Fakat bunu üç yılda başaranlar azınlıktadır. Dört veya beş yıl normdur.
Günümüzde ‘dağ rehberi‘ kavramı, rehberlik ettiği müşterisinin veyahut müşteri grubunun önünde bütün gün sessizce yürüyen ve onlara yolu gösteren kişi değildir. Dağ rehberi hizmet sunan bir kimsedir. Müşterilerinin tüm sorunlarıyla ilgilenen ve onlara dağların doğasında düşük riskli fakat keyifli bir deneyim sunan kişidir.
Dağ rehberi adayı, eğitimi için yaklaşık 10.000 Avro ödemektedir. Bunun yarısını kendisi, diğer yarısını ise bağlı bulunduğu Dağcılık Federasyonu karşılamaktadır. IBVB, Devletçe Onaylı Dağ ve Kayak Rehberleri için günlük 450 Avro ücreti kıstas olarak belirlemiştir. Fakat rehber bu ücrete bağlı değildir. Daha azını da daha fazlasını da talep edebilir (tırmanışın çeşidine göre).
IVBV’ye 25 ülke üyedir. Bunların arasında, bilinen önde gelen Alp dağları kuşağı ülkelerinin yanı sıra, Arjantin, Bolivya, Ekvador, Kırgızistan, Peru, Yeni Zelanda, Kanada, ABD, Norveç, İsveç, Nepal, Japonya gibi ülkeler de yer almaktadır. Bunların arasında Türkiye yoktur.
Avrupa’daki çerçeveyi ve bunun kapsamını olabildiğince anlaşılır bir şekilde ve tarihi gelişim süreci perspektifinde özetledikten sonra, şimdi kısaca ülkemizdeki duruma göz atarak, iki süreç arasındaki farkı ortaya koymak istiyorum. Öncelikle kuşkusuz, Guido Lammer’in 120 küsur yıl önce kaleme aldığı makalesinde de belirttiği gibi dağ rehberliği mesleği çağdaş alpinizmin bir neticesidir. Sosyo-ekonomik arz ve talep kuramının bir sonucudur. Oysa ülkemizde, 19. yüzyılın son çeyreği Avrupası’na paralel bir süreç yaşanmamıştır. Büyük şehirlerde yaşayan, maddi olarak imtiyazlı zümreler, dağların doğasında kendilerini‚ ‘yeniden yaratma‘ arayışında olmamışlar, zorlu ve tehlikeli tırmanışlara ilgi duymamışlar ve bu bağlamda dağlık yörelerin insanlarından rehberlik talebinde bulunmamışlardır. Talep olmayınca haliyle bir arz da olmamıştır. Bunun sonucunda ise günümüze değin, dağlarda ‘ücret karşılığında yürüyüşçülere, tırmanıcılara ve dağcılara rehberlik yapmaya, onları eğitmeye ehil, sorumlu kişi‘lerin Avrupa normları ve kıstasları çerçevesinde yetiştirilmesi, Türk Dağcılık Federasyonu’nun öncelikleri arasında yer almamıştır.
Türkiye’de, tırnak içerisinde ‘dağcılık rehberliği‘ kavramının çıkış noktasını anlamak için 1981 yılına geri gitmemiz gerekmektedir. 1980’li yılların ilk çeyreği, 12 Eylül 1980 darbesinin Avrupa ülkelerinde yaratmış olduğu olumsuz izlenimden dolayı azalan turizm hareketliliğinin yeniden canlandırılması için çeşitli arayışlara sahne olmuştur. Bu bağlamda, mitoljiye göre Nuh’un gemisinin karaya oturduğu dağ olarak bilinen ve özellikle Hıristiyan dünyasında ilgi çeken Ağrı dağının turizme açılması konusu da resmi yetkililerin gündemine taşınmıştır. Tabiatıyla bu konuda turizm acentalarının ve TÜRSAB gibi kuruluşların talep ve baskıları da etkili olmuştur. Ancak, Ağrı dağı, halen çift kutuplu dünya düzeninde, NATO üyesi olan ülkemiz ile Varşova Paktı üyesi olan Ermenistan’ın hemen sınırında yer aldığından ve burada ülkemiz yetkililerini rahatsız eden, Rusya ile ilişkilerimizde gerginlik yaratan, üçüncü ülke vatandaşlarının içerisinde yer aldıkları çeşitli istihbarat ve casusluk olayları yaşandığından, ülkemiz siyasi ve askeri mercileri tabiatıyla birçok yabancının bu hassas hudut bölgesinde kontrolsüz olarak hareket etmelerini istememişlerdir. Dolayısıyla bu merciler, Ağrı dağının turizme izne bağlı olarak, kontrollü açılmasını, tırmanışların rehber eşliğinde ve Sovyetler Birliği sınırına uzak olan, güneyden, Doğubeyazıt üzerinden yapılmasını kararlaştırmışlardır.
Karar, dönemin Dr. Bozkurt Ergör’ün başkanlığını yürüttüğü Dağcılık Federasyonu’na aktarılmış ve Federasyon’dan rehber sağlaması istenmiştir. Federasyon ise, bir ihtimal talebin aciliyetine binaen, keyfi bir uygulamayla, kendi bünyesinde yer alan isimleri askeri mercilere ‘rehber‘ olarak bildirme yoluna gitmiştir. Tabiatıyla işin içine maddi çıkar girdiğinde, böylesi keyfi bir uygulama Federasyon içerisinde yer almayan, ancak tecrübe, bilgi ve birikim itibarıyla ismi bildirilen‚ ‘rehberler’den herhangi bir eksiği olmayan diğer dağcılar arasında tepkilere yol açmıştır. Kuşkusuz, işin tepki çeken bir boyutu, sistemin dışında kalanların algıladıkları menfaat kaybı ise, bir diğer boyutu da, ‘rehber‘ sıfatı bahşedilen bu kimselerin ehliyetinin sorgulanması olmuştur. Zira ‘dağ rehberleri‘ için resmi bir eğitim yönetmeliğinin ve eğitim kurumunun bulunmadığı, rehberlik kıstaslarının belirlenmemiş olduğu koşullarda, bu kimselerin ne ölçüde ehliyetli olup olmadıkları tartışma konusu olmuştur.
Bu keyfi uygulama, 1984 yılında Dr. Mecit Doğru’nun Federasyon Başkanı olarak atanması ile son bulmuştur. Dr. Mecit Doğru, bu kere, bir önceki Federasyon tarafından ‘rehber‘ sıfatıyla atanan dağcıların bu belgelerini 1985 yılında yayınlanan bir kararla iptal etmiş ve bunun yerine ‘Mihmandarlık‘ kurumunu ihdas etmiştir. Tabiatıyla, bu tasarruf, eski ‘rehberler‘ ile yeni Dağcılık Federasyonu arasında yıllar süren bir husumeti ve karşılıklı suçlamaları tetiklemiştir. Esasen Dr. Mecit Doğru tarafından atılan bu adımın ilkesel anlamda doğru olduğuna hiç kuşku yoktu. Zira dağ rehberliğinin tanımının yapılmamış olduğu, dağ rehberlerinin eğitiminin, hak ve sorumluluklarının yönetmelikler ve kanunlar tarafından belirlenmemiş olduğu koşullarda, bunlara ‘rehberlik‘ sıfatının getirdiği hukuki sorumlulukları yüklemek her şeyden önce hakkaniyete sığmıyordu. Dağcılık Federasyonu’nun o dönemdeki bu tasarrufu, Dr. Bozkurt Ergör tarafından ‘Dağcılık Federasyonu’nun kendisini feshi kararıydı. Başka bir anlatımla, Türkiye’de rehber yok demek, bizde dağcılık yapacak kimse de yok demekti. (Dağcılık: Anılar Belgeler, sayfa 189) ifadeleriyle eleştirilmiştir. Oysa bu tefsir kuşkusuz Avrupa’da hüküm süren dağ rehberliği anlayışı ve kavramsal altyapısıyla örtüşmemektedir. Zira daha önce de belirtildiği gibi, Avrupa’da ‘dağ rehberi‘ dağcılık yapan kişinin ötesinde, rehberlik hizmeti sunmak üzere özel olarak yetiştirilmiş ve hukuki sorumluluk üstlenen kişidir. Dr. Bozkurt Ergör’ün anlayışından yola çıkacak olursak ya ‘her dağcı rehberdir‘ veyahut ‘rehber olmayan dağcı değildir‘ gibi temel mantık hatasına düşeriz.
Diğer yandan, her ne kadar Dr. Mecit Doğru tarafından o dönemde atılan bu adım, ilke itibarıyla doğru yönde atılmış bir adım olsa da ancak uygulamada, bu tasarruf da ciddi bir ‘dağ mihmandarlığı‘ yetiştirme kurumunun hayata geçirilmesi ile neticelenmemiştir. Oysa, o dönemde kurumsal ve hukuksal bir zemine kavuşturulmuş olması halinde, mihmandarlık kurumu, belki 36 sene sonra, içerisinde bulunduğumuz şu günlerde, dağ rehberliği kurumunun nüvesini teşkil edebilirdi. Nitekim, neredeyse 30 sene sonra, 20 Ekim 2004 yılında, Resmi Gazete’de yayınlanmak suretiyle bir Dağ Mihmandarlığı Yönetmeliği resmiyet kazanmıştır. Bu yönetmeliğin ayrıntılarına girmek, bu yazının amacını aşacaktır. İlgi duyanlar bunu kendileri Resmi Gazete’den bulup okuyabilirler. Sadece anılan yönetmelikteki ‘Dağ Mihmandarı‘ tanımına değineceğim. Bu yönetmeliğe göre ‘Dağ Mihmandarı‘, Dağlarda yol gösteren, çıkılan dağı bilen, olağanüstü durumlarda arama, kurtarma organizasyonu ve operasyonu yapabilen dağcıyı ifade etmektedir. Yönetmelikte dağ mihmandarının alması gereken eğitim ve görev tanımı belirtildiği gibi (ki bu eğitimin kapsamı ve süresi Avrupa’daki Dağ Rehberliği eğitimi ile kıyas kabul etmez), fakat genelde dağ rehberlerine yüklenen ‘oluşabilecek her türlü kaza ve olayda ekibinden sorumludur‘ gibi ağır bir hukuki vecibe de yüklenmektedir. Tabiatıyla uygulamada ve hukuk önünde bunun ne anlama geldiğini, ancak bu konuda bir emsal yargı kararının tecelli etmesi halinde anlayabiliriz. Bildiğim kadarıyla şimdiye kadar böyle bir karar yoktur. Ancak sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Bizdeki Dağ Mihmandarlık kurumu ile Avrupa’daki Devletçe Onaylanmış Dağ ve Kayak Rehberi kurumu, birbiriyle kıyaslanamayacak iki farklı dünyadır ve böylesi bir kıyaslama yaparak bazı sonuçlara varmaya çalışmak abesle iştigaldir.
Son olarak, ülkemizdeki bu ‘dağ mihmandarlığı‘ kurumunun, yine ülkemize has olası bir sıkıntısından bahsetmeden bu yazıya son vermek istemem. Avrupa’da yasaklı dağ alanları yoktur. Milli Parklar vardır, ancak buralarda gezmek ve dolaşmak izne tabi olmadığı gibi, rehber/mihmandar almak zorunluluğu da yoktur. Kısacası rehber, hizmetini pazarlar, ancak bu hizmetten yararlanıp yararlanmama kararı dağcının/tırmanıcının/yürüyüşçünün kendisine kalmış bir şeydir. Oysa bizde, çeşitli kısıtlamalara tabi alanlar yaratılmak ve buralarda dağ mihmandarları kullanmak zorunluluğu getirilmek suretiyle bir nevi ‘mecburi mihmandarlık kurumu‘ tesis edilmiş olmakta, dağ mihmandarları için bir nema kapısı yaratılmaktadır. Tabiatıyla mihmandar, kendi gelirini tehdit edebilecek her türlü tasarrufu engellemek için bu özel statüyü haiz alanlarda faaliyette bulunabilecek dağcılara yönelik baskı uygulayabilecek, bu da dağlık alanlarda ihtilaflara yol açabilecektir. Bu gibi ihtilafların ne ölçüde sıklıkla karşımıza çıktığını bilmiyorum. Sadece ileriye yönelik potansiyel bir ihtilaf kaynağı olarak erken uyarıda bulunmayı burada uygun görüyorum.
İletişim:
Ömer B. Tüzel
botuzel[et]gmail[nokta]com