BDK_Banner.jpg

 

NOT: Bu makale Avusturya Dağcılık Mecmuası‘nın (Alpinzeitung) 1886 tarihli nüshasında sayfa 303’te yayımlanmıştır. Yani 134 sene önce! Bunu 2020 tarihinde, hala geçerli bir yazı olarak çevirmemin nedeni, dağcılık tarihi içerisinde ülkemiz ile Alp dağı kuşağı ülkeleri arasındaki büyük uçuruma dikkat çekmek ve dağ rehberliği kurumunun gerçekte ne olduğuna ışık tutmaktır. Bizim dağlık yörelerdeki köylerin bir tanesinde, günümüzde dahi, dağcılara teknik bir rotada öncülük edecek yerel rehber yoktur. Kendilerini günümüzde ‘dağ rehberi‘ olarak tanıtanlar ise, bundan yüz küsur sene önce Alp dağlarındaki dağ rehberlerinin öncülük ettikleri tırmanışları bilebilseler bu ismi kullanmaktan çekinirler mi acaba bilinmez.     

DAĞ REHBERLERİ ÖZGÜR MÜDÜR?

​​Eugen Guido Lammer

Dağcı için dağlara tırmanmak bireysel bir hedeftir. Ancak dağ rehberi için kendisi ve ailesinin geçimini sağlayan bir gelir kapısı ve meslektir. Dolayısıyla bir dağcının ve rehberin dağcılığa yaklaşımları çok farklıdır. Bu ayrımı idrak ettiğimizde, bazı sorulara yanıt bulmak daha kolaydır. Rehberlerin aynı zamanda dağcı oldukları durum pek enderdir. Bundan kastım, rehberlerin herhangi bir maddi karşılık olmaksızın dağların zorluklarıyla mücadele ettikleri durumlar pek nadirdir. Bunu yaptıklarında dahi, arkasında ticari bir düşünce ve amaç vardır. Örneğin İsviçre Alpleri’nde rehberlerin giriştikleri çoğu ilk çıkışın arkasında, kendilerini pazarlamak, bu tırmanışların onlara getirdiği şöhretten, rehberlik mesleğinde daha yüksek ücret tahsil edebilmek  için yararlanmak düşüncesi yatmaktadır. Dağların bu şekilde pazarlanması ve satışa çıkarılması biz dağcıların miğdesini bulandırabilir, ancak köy ve şehir insanı bunu, bir tiyatro yazarının, eserinin sahnelenmesi için telif ücreti talep etmesinden daha az onurlu bir davranış olarak mütalaa etmeyecektir, zira günümüzde toplum, ‘meslek‘ dendiğinde, bunu maddi kazanç ve gelir elde etmekle eşdeğer görmektedir. Dağların bizi ruhen çağırdığı, bizden verebileceğimizin en azamisini talep ettiği gibi romantik bir yaklaşım, günümüzde gülünç veyahut kibirli olarak görülebilecektir. Çağdaş Alpinizm, tehlikenin bilinçli bir şekilde tercih sebebi olduğu, peşinden koşulduğu yeni bir anlayış yaratmıştır. İnsanlar farklı sebeplerle dağlara çıkabilirler, fakat tehlikeli tırmanışları bilinçli olarak seçerler, bu tehlikeyi ararlar, veyahut belki tehlike ile mücadele etmeyi ararlar demek daha doğru olur. Nitekim, tehlikeyi özellikle aramayanlar, kolay rotalardan tırmananmayı tercih edenler bakımından  dağlar,  ister harika manzara, vahşi doğa, araştırma tutkusu, yanlızlık ve sükunet olsun, ister temiz hava, fiziksel hareket ve beden sağlığı olsun, dağcıların tüm diğer arzularını karşılayacak özelliklere sahiptir.

Kuşkusuz, dağlardaki tehlikeli rotalar yapay tutamak ve basamaklarla, merdivenlerle, zincirlerle kolaylaştırılıyorsa, bu durum tırmanıcılar arasında memnuniyetsizlik yaratacaktır, zira bu zorluklar esasen arzulanmakta, tehlikeler aranmaktadır. Fakat işte bu gibi tehlikeli ve zorlu tırmanışları daha emniyetli ve kolay hale getirmek için bu kere, bazı dağcılar, dağlarda yaşayan "Alp dağları çocukları"ndan rehber olarak faydalanmakta bir sakınca görmemektedirler. Dağcılığın almış olduğu bu yeni yönelim ise dağ rehberliği mesleğini yaratan koşulları oluşturmaktadır. Dağ rehberleri, aynı zamanda kılavuz ve yük taşıyıcısı olmakla birlikte, ancak bu külfetli ilave görevler, mesleklerinin ve şöhretlerinin zirvesine ulaşmış olan rehberler tarafından üstlenilmemektedir. Bu tarz rehberler, artık sadece tehlikelerin en aza indirgenmesi ve bunların aşılmasında görev almaktadırlar.

Diğer yandan, dağlardaki zorluk ve tehlikeler, dağcıların kendileri tarafından, kendi güçleri ve becerileriyle aşılmak amacıyla aranan niteliklerdir! O halde güç ve tehlikeli tırmanışları dağ rehberlerinin öncülüğünde yapmanın ne anlamı vardır? Kısa bir süre önce, Dolomitler’in öndegelen rehberlerinden Michael Innerkofler bana, örnekler vermek suretiyle, bir kısım ‘isim yapmış‘ dağcının tırmanmaktan ne kadar az anladıklarını anlattığında, bu dağcıların nasıl en çetin tırmanışları başardıklarını sorgulamadan edemedim. Bunun üzerine adıgeçen bana, ‘bir dağcının zirveye varmak hususunda azimli olması halinde, iyi bir dağ rehberinin onu, tırmanma becerisinin tükendiği noktada dahi zirveye ulaştırmayı başaracağını‘ ifade etti. 

Pekiyi, böyle rehber öncülüğünde tırmanan bir dağcı, bir dağın zorluklarını kendisinin aştığını iddia edebilir mi?  Kuşkusuz, bir çok rehber eşliğinde tırmanan dağcının bir miktar tırmanış bilgisi ve becerisi ile, az ya da çok cesareti vardır. Fakat bir rehber ile tırmanıyor ise, ya öz güveninde bir eksiklik olduğu, veyahut tırmanışın şu ya da bu zorlu bölümünü rehberin yardımı olmaksızın aşamayacağı sonucu çıkmaktadır. Kısacası, arzu edilen zirveye, belirli bir rotadan tırmanmak için sözkonusu zorlu bölümlerden kaçınmanın mümkün olmadığı; zorlu ve tehlikeli olanın dağın kendisi veyahut rotanın tamamı değil, sadece belirli bölümlerin olduğu koşullarda, rehberle tırmanan bir dağcının, hedefindeki dağın tehlikelerini kendi gücü ve becerisiyle aştığını söylememiz mümkün değildir. Tabiatıyla hiç bir dağcı, sırf rehberinin mesleğini ve sanatını gösterebilmesi için onunla birlikte zor ve tehlikeli tırmanışlara kalkışmaz!

İşte burada açık bir iç çelişki yatmaktadır. Dağcı, tehlikeli ve zorlu bir rotanın tırmanışına kendi becerisini, herkesten önce kendisine ispatlamak için girişmektedir. Rehberle böyle bir işe kalkıştığında ise kendi becerisinin esasen yetersizliğini üstü kapalı olarak teslim etmekte, fakat yine de bu tırmanışı yapmakta etik bir sakınca görmemektedir. Böyle bir dağcı, ya kendisini kandırmakta, veyahut içerisinde bulunduğu dağcılık camiasını kandırmaya teşebbüs etmektedir. Fakat bu çaba uzun vadede hiç bir işe yaramayacaktır, zira dağcı, her ne kadar rehberinin tırmanış sırasında kendisine ne ölçüde yardım ettiğini saklamaya kalkışsa da, dağcılık camiası bunu er ya da geç öğrenecektir.

Bu iç çelişkiyi böylece ortaya koyduktan sonra, şimdi bunun psikolojisini de irdelemekte fayda vardır. Bir ip birliği içerisinde tırmanan dağcıların her birisinin tırmanışa nasıl ve ne ölçüde katkıda bulunduğunu tam olarak ortaya koymak güçtür. Aradaki fark, çoğu zaman liderin zorlu veya belirleyici bir bölümde arkadan tırmanan dağcının ipini biraz çekmesi kadar basit olabilir. Rehber ile birlikte tırmanan dağcı, dağcılık camiasının genel kanaatinin, benim burada ortaya koyduğum kadar keskin ve eleştirel olmayacağını ümit edebilirler. Böylece rehber önderliğinde zirveye tırmanan dağcı, kendisini gerçekten Dru zirvesinin veyahut Pallavicini çatlağının fatihi olarak görebilir ve kendisini dağcılık camiasına böyle takdim edebilir. Aynı yaklaşım, bir rotanın zorlu bölümlerinin çelik halatlarla kolaylaştırıldığı durumlar bakımından da geçerlidir. Sadece kendi kendine yeterli ve tırmanma becerisinin ne olduğunu parmak uçlarında hisseden, başarının ne olup olmadığını bilen ufak bir grup dağcı, yukarıda bahsedilen yapay ‘kolaylaştırıcıların‘ ve hilelerin bir dağı nasıl değiştirdiğini, öncesine kıyasla farklılaştırdığını ve değersizleştirdiğini bilir. Bununla beraber, kitleler, Grossglockner dağını bugün tırmanan birisini de, dağın zincirlerle donatılmadan öncesinin dağcılık anlamı ile yüklü manada ‘Grossglockner fatihi‘ olarak görebilmektedirler.

Ve bir şey daha, günümüz dağcısı, sadece tatlı olanı istemiyor. Karmaşık tatlar istiyor. Acı-tatlı olanı, ekşi-tatlı olanı, ağız yakanı istiyor. Fakat bu değişik tatlar esasında birbirinden çok farklıdır. Bazı damaklar için bazı tatlar keyiften ziyade acı verir. Bu yüzden bazı tatlardan uzak durmak yerinde olur, zira bu gibi çok baharatlı tatlar içerisinde dağcının hoşuna gitmeyeni baskın olmamalıdır. Ortler zirvesinin Hochjoch sırtını, Monta Rosa zirvesinin doğu duvarını, Kleine Zinne zirvesinin sırt traversini rehbersiz veyahut rehber benzeri becerikli ip arkadaşları olmaksızın denemek, bu gibi tehlikelere göğüs germek, bir çok dağcı için bol baharatlı, lezzetli bir yiyecek olmaktan çok, sülfürik asit olma özelliğine sahip olacaktır.

Ancak şimdi yeniden rehber konumuza dönelim. Dağ rehberlerinin dağlardaki tehlikelere merakı yoktur. Dağların çeşitli tehlikelerine müşterisi olan dağcıdan daha kolay göğüs gerebilecek ve bunların üstesinden daha kolaylıkla gelebilecek olsa da, esasen bunları istememektedir. Bununla birlikte, bir çok dağ rehberi en çılgın dağcıdan daha tehlikeli çıkışlara girişmektedir.

Mesleği icabı, dağ rehberi zorlu ve tehlikeli çıkışlar yaptığında, bu onun için bir zorunluluktur. Rehberin ‘istek‘ ile ‘mecburiyet‘ arasındaki sıkışmış konumu her geçen gün derinleşmektedir. Rehber hayatını kazanmak isterken, tehlikeleri arzu etmemektedir.  Fakat aranan, talep olunan ve yüksek ücretler ödenen bir rehber olmak için, rehber bir şöhret edinmek zorundadır. Bu da ancak zorlu ve tehlikeli çıkışlar ile mümkündür. Öndegelen dağ rehberleri arasında bir yer edinebilmek, bu tarz çıkışları yapmayı gerektirmektedir.  Zorlu ve tehlikeli tırmanışlar her zaman kolay tırmanışlardan daha çok gelir getirmektedir. Günümüzde, ‘erotik‘ tırmanışlar için ödenen ücretler öylesine sınır tanımamaktadır ki, bunlara kalkışan rehber, daha kolay tırmanışlara kıyasla çok daha kısa bir süre içerisinde çok daha yüksek bir gelir elde etmektedir. Ayrıca, yerel bir dağ rehberinin konumu, kendisinden daha genç veyahut bölge dışından getirilen rehberlerin yarattıkları rekabetten dolayı her geçen gün daha büyük tehlikededir. Dolayısıyla bir rehber, şöhretini, yani kendisine faiz getiren anaparasını  kaybetmemek için müşterisinin her türlü tırmanış önerisine açık olmak durumundadır. 

Geçmiş bildirilerimden birinde , dağ rehberinin sosyal anlamda bağımsız olmadığına işaret ettiğimde, bazı dinleyicilerim, çok meşhur dağ rehberlerinin dahi ölümle flört eder mahiyetteki tırmanışları kabul etmediklerinden bahsetmişlerdi. Kuşkusuz bu doğrudur.  Efsanevi Melchior Anderegg bile, bana anlattığına göre, bir keresinde müşterisinin bir dağı tırmanış önerisine ‘evet tırmanılabilir, ancak ben tırmanmam‘ diyebilmiştir. Pekiyi, bu rehberler neden ve nasıl böylesi büyük bir şöhret edinebilmişlerdir? Tabii ki birçok müşterinin önerilerini reddederek! Kumar anlamına gelen bazı tırmanış önerileri karşısında bazen rehber kaybetme ihtimalini öylesine yüksek görür ki, bu tırmanışa kalkışmak intiharla eşdeğer olacaktır. Dolayısıyla yüksek kazanç elde etme arzusu ne kadar güçlü olursa olsun, milyonlar dahi teklif edilse, bunu geri çevirecektir. Hiç kuşku yok ki, her ne kadar böyle önerileri istisnai olarak reddetmek güçlü bir kişiliğin ve kararlılığın göstergesi ise de, ancak genelde rehberin üzerinde çok büyük bir baskı yaratmaktadır. Fakat burada şunu da belirtmekte fayda vardır; bir rehber tarafından reddedilen hiç bir tırmanış sonsuza dek rafa kalkmamıştır. Başka rehberler ve müşterileri tarafından mutlaka başarılmıştır. Ve böylesi tırmanışların raporlarının hiç birisinde, tırmanışın daha önce meşhur dağ rehberi X tarafından reddedildiği belirtilmeden geçilmemiştir. Bunun bir dağ rehberinin şöhreti üzerinde nasıl olumsuz bir izlenim yarattığını herhalde izaha gerek yoktur. Böylesi bir aşağılamaya maruz kalan dağ rehberi bundan böyle ismini ancak parlak bir çıkışı başarmak suretiyle temize çıkarabilecektir. Fakat rehber sadece bu tek bir çılgın tırmanış önerisini reddetmekle kalmayıp, bundan sonra gelen benzer önerileri de geri çevirirse, bu durumda, bulunduğu yüksek kaidenin üzerindeki konumunu ümitsiz bir şekilde yitireceği gibi, artık kolay tırmanışlarda dahi müşterilerin tercih sebebi olmayı kaybedecektir. Müşteri, kendisiyle aynı ücrete çalışacak, daha genç ve risk almaya hazır bir diğer dağ rehberini tercih edecektir. Bu duruma düşmemek için dağ rehberi, mesleği icabı, isteği hilafına, kendisine önerilen tehlikeli tırmanışlara girişmek zorundadır.  Bu da açıkça göstermektedir ki, dağ rehberleri özgür değildir. 

Şimdi kimileri, o halde dağ rehberinin böylesine tehlikeli bir mesleği seçmemesi gerektiğini söyleyebileceklerdir. Fakat sosyal süreçleri bu denli yüzeysel bir bakış açısıyla değerlendirmemek gerekir. Zira dağ rehberliği mesleğini, rehberlerin kendileri seçmemektedirler. Bu mesleği çağdaş alpinizm yaratmıştır. Bugün bir çok dağ rehberi, mesleklerinin gayri-ciddi olduğunu ileri sürerek, bu mesleği terkedip inzivaya çekilseler,  onların yerini derhal alacak yeni rehberler türeyecektir. Burada da sosyo-ekonomik kuramlar işlemektedir. Uzun bir zamandan bu yana ispatlanmıştır ki, her talep yanlız yeterli bir arzı değil, ihtiyaçtan fazla bir arzı beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla rehberlik mesleği, günümüz dağcılığının yarattığı bir gereksinim ve sonuçtur.

Bu mülahazalara bir de rehberin maruz kaldığı etiksel baskıyı ilave etmek gerekiyor. Rehberlik mesleği mutad herhangi bir diğer meslek gibi değildir. Örneğin orman işçiliği, kuvvet, çalışkanlık ve beceri gerektiriyorsa, dağ rehberliği bunlara ilaveten kişilik de gerektirmektedir. Her tırmanış raporu, her rehber karnesi, rehberin cesaretine, kanıtlanmış yiğitliğine dem vurur, rehbere methiyeler  içerir. Öndegelen rehberler dağcılık camiasında büyük saygıya sahiptirler. Önemli dağcılık kulüplerinin onursal üyesidirler ve bunu, ortaya koydukları cesaret ile hak da etmişlerdir. Bu da tabii, bir rehberin herhangi bir tırmanış önerisine ilişkin tereddütlerini gidermek için onun erkeklik onuruna hitap edilmesi gerektiği öngörüsünü doğrulamaktadır. ‘Nasıl yani? Senin gibi yiğit bir tırmanıcı bu duvarı çıkmak istemiyor mu? Şu birazcık çığ tehlikesi ve çürük kaya yapısı mı seni korkutuyor? Buradan dönmemiz halinde, aşağıda oteldekiler ne diyeceklerdir, senin gibi bir rehber hakkında ne düşüneceklerdir? Pekiyi, o halde bundan böyle ‘şöyle‘ bir rehber almam gerektiğini anlıyorum. Veyahut genç ‘P’yi alırım, o daha korkusuz. Zaten tüm arkadaşlarım uyarmışlardı, ihtiyar ‘X’in cesaretini kaybetmiş olduğunu.‘ Ve gerçekten de genç rehberler çok tehlikeli tırmanışları kabul etmek suretiyle ‘şöhretli‘ ihtiyarları gölgede bırakmaktadırlar. Eski neslin de buna karşı yapabileceği pek bir şey yoktur.  O halde bir rehber hangi koşullarda bir tırmanışı tehlikelerinden ötürü reddedebilir? Sonuçta her reddedilen tırmanış, eninde sonunda başarılmakta, hatta, reddedilen tırmanışlar ün kazanmakta ve bundan dolayı da diğer şöhretli rehberlerin gözünde değer kazanmaktadırlar. Bir de o tırmanış sırasında daha evvel yaşanan bir kaza var ise, bu keza rehberin aleyhine işlemekte, zira önceki tırmanıcıların uğradıkları kaza, tırmanışı özellikle çekici kılmaktadır. Dolayısıyla, rehberin bir tırmanışı reddetmesi, hiç bir koşulda onun lehinde bir durum yaratmamaktadır. Aksine rehber, dağcı müşterisinin, dağcılık literatürünün ve dağcılık camiasının kendisi hakkındaki kanaatinin esiridir. Bu etiksel baskının sosyal baskıdan daha etkili olduğu gözlenmektedir. Fakat her ikisi bir araya geldiğinde,  baskı dayanılmaz boyutlara ulaşmaktadır. Bir tarafta rehberin cesaretine dizilen methiyeler, şöhret, tüm uluslararası dağcılık çevrelerinde saygı, kendi toplumu içerisinde saygınlık,  istikrarlı bir geçim kapısı, yüksek gelir; diğer tarafta ise korkaklıkla itham, kendi toplumu içerisinde alay konusu olmak, geçim sıkıntısı ve düşen gelir, fakat tüm bu olumsuzluklara rağmen, tehlikenin dışında, diğer rehberlerle aynı külfet! Bu şartlar altında, eğitimsiz bir köylü çocuğundan yüksek felsefi bir yaklaşım göstermesini, güçlü bir kişilik ve kararlılık sergilemesini beklemek gerçekçi olur mu? 

O halde dağcı/müşteri, sosyal ve etik baskılarla rehberin hayatını tehlikeye atmaktadır dememiz mümkündür. Tabiatıyla bir ya da iki bireysel dağcı bu durumdan sorumlu değildir, zira rehberlik altyapısı onlar için öncüleri tarafından hazırlanıp kendilerine miras bırakılmıştır. Bunun da ötesinde, dağ rehberlerinin müşterilerini zorlu ve tehlikeli çıkışlara teşvik ettikleri durumlar dahi vardır. İşte alpinizmin günümüzde aldığı yönelim budur.

Fakat dağcı sadece dolaylı olarak, uyguladığı baskılardan ötürü rehberin hayatını tehlikeye atmakla da kalmamakta, aynı zamanda doğrudan da tehlikeye atmaktadır. Zira dağcı, rehberden daha beceriksizdir, dolayısıyla da tehlikeli ve zor bir duruma rehberden daha kolay düşebilmektedir. İp birliği içerisinde tırmandığı rehberini, o buzda basamak açmakla meşgul iken düşüp beraberinde ölüme sürükleyebilmektedir. Rehberli tırmanışlarda dağ kazalarının büyük bir bölümü böyle olmaktadır. Şahsen Zsigmondy’nin dağ tehlikelerini ‘objektif‘ ve ‘sübjektif‘ olarak ikiye ayıran yaklaşımını hatalı buluyorum.  Zira beceriksiz  ve tecrübesiz bir ip arkadaşını, ister rehber için, ister lider tırmanan ekip başı için en büyük objektif tehlike olarak görüyorum. 1865 yılında vuku bulan klasik Matterhorn kazasında, Hadow’un hayatına mal olan beceriksizlik, Zsigmondy tarafından ‘sübjektif‘ olarak tanımlanan tehlikelerden birisi şeklinde değerlendirilmeye müsaittir. Hadow kayada kaymıştır. Oysa dağ rehberi Michael Croz, o anda bulunduğu yerden kayıp düşmezdi, Hadow onun üzerine yuvarlanmamış olsaydı. Hadow, Croz’a bir kaya gibi çarpmıştır. Croz bakımından, hayatına malolan tehlike objektif idi. Ancak bu gibi katı ve tatsız gerçeklere çoğu zaman gözümüzü kapatmayı tercih etmekteyiz. Şu bir gerçektir ki, dağcı müşteri, rehberden daha yavaş hareket etmekte ve daha çok molaya ihtiyaç duymaktadır. Dağ rehberi, çığ riskini, buzul çatlağına düşme tehlikesini, havanın dönmesi ihtimalini, buzda basamak açmanın zorluğunu ve süresini arttıran bu müşterisinin zaafiyetlerinin sonuçlarına katlanmak durumunda kalmaktadır. İşte bu sebepten dolayı dağcı hukuki bir sorumluluk taşımasa da rehberinin hayatına ilişkin etik bir sorumluluk taşımaktadır. 

Buna tek çare esasında, rehberleri tehlikeli tırmanışlarda kullanmamaktır. Fakat bu çağdaş alpinizmle ters düşeceğinden mümkün ve gerçekçi değildir. Alp dağlarında artık tüm kolay ve orta zorluktaki çıkışlar tüketilmiş olduğundan ve dolayısıyla dağ rehberlerinden giderek daha tehlikeli çıkışlara öncülük etmeleri talep edildiğinden, her yıl ölen rehberlerin sayısı artmaktadır. Dolayısıyla en azından kazaların sonuçlarını hafifletici bazı önlemler alınmalıdır. Bunların başında, dağ rehberlerinin sigorta edilmeleri gelmektedir. (Bu bağlamda Avusturya Dağcılık Federasyonu’na, yapılan çıkışların zorluk derecelerine göre bir Rehber Sigorta Yönetmeliği hazırlamasını önermek istiyorum). Dağ rehberi, hiç bir zaman kendisini sigorta etmeyecektir. Neticede tehlikeleri kendisi seçmemektedir. Etik baskı azaldığında ve dağ rehberi tehlikeli ve tehlikesiz çıkışlarda eşit gelir elde ettiğinde, tehlikesiz çıkışları tercih edecektir. Rehberin hayatıyla ilgili yegane sorumluluk dağcıya (müşteriye) aittir. Burada dağ rehberinin bu mesleği kendisinin seçmiş olmasının hiç bir önemi yoktur. Maden işçilerinin, veyahut ağır sanayide çalışan işçilerin sigortalattırılmaları bu tehlikeli mesleği kendileri seçmiş olmalarından ötürü sorgulanmaktamıdır? 

Bazı çevreler, demiryollarında, tersanelerde, madenlerde çalışan işçilerin, dağ rehberlerinden daha büyük tehlikelere maruz kaldıklarını, bu yüzden dağ rehberlerinin sigortalattırılmalarının gerekli olmadığını ileri sürüyorlar. Fakat her tesiste veya güç ortamda ortaya çıkan tehlikeler, yapılan işin mahiyetinin doğal bir sonucudur. Oysa dağ tırmanışlarında tehlike, amacın kendisidir. Bunun ne kadar doğru veyahut yanlış olduğu bu makalenin boyutlarını aşmaktadır. Fakat gerçek ortadadır ve dolayısıyla (doğru/yanlış tartışmalarından bağımsız olarak) rehberler için sigorta sistemine geçilmelidir.    

EUGEN GUIDO LAMMER KİMDİR?

Eugen Guido Lammer (1863-1945), ilk olarak rehbersiz dağlara giden ve dağlarda ‘temiz tırmanma‘ felsefesini savunan filozof alpinistlerin başında gelmektedir. Çağdaş alpinizmin öncüleri arasında sayılmaktadır. Dağları, insanın kendisini keşfetmesinin kaynağı olarak gören ve dağların doğasını deneyimlemek amacıyla tırmanan Lammer, sonraları, 20. yüzyılda, ‘keşif ve macera dağcılığı‘ tanımı altında kavramsallaştırılacak olan ‘erlebnissbergsteigen’in de öncülerindendir. Lammer, özellikle buzullu yüksek dağlarda yalnız başına gerçekleştirdiği tırmanışlarla öne çıkmıştır. 1884 yılında Dachstein dağlarında Nördliche Tründle, 1885 yılında İsviçre’de Bern Alpleri’nde Hinter Fiescherhorn ve Kleine Grünhorn, 19. yüzyılın sonlarına doğru da Texler dağ silsilesinde sayısız zirvenin ilk çıkışını gerçekleştirmiştir. Lammer’e bazı tırmanışlarında, on dişli kramponun mucidi Oscar Eckenstein, ve Dolomit tırmanışı öncülerinden Oscar Schuster eşlik etmiştir. Bununla birlikte Lammer, tırmanışlarının çoğunu kendi başına gerçekleştirmiştir. 

Çeviren : Ömer B. Tüzel