Eiger_Banner.jpg

1983 İlk baharı, üniversitedeki son senem, "adam" olmaya çok az kalmış. Son fırsatlar. Her hafta sonu dağlara, kayalara, yürüyüşlere ve kamplara gidiyorum. 20'li yaşlardaki bir gencin olabileceği kadar formdayım (herhalde). 19 Mayıs tatilini fırsat bilip Erciyes'in kuzeyine gelip, 2600 metredeki buzul kulübesine yerleşiyoruz. Ertesi gün dinleceğiz. Ama dayanamıyorum, gün doğmadan kalkıp, "Küçük Erciyes dağına çıkmak istiyorum, benimle gelen var mı?" diye soruyorum. Bir tek Cihan Çetinel tulumundan kıpırdıyor. Günün ilk ışıkları üzerimize düşerken sağlam bir karda yürüyoruz...

2014 senesine geri döndüm (Back to the Future durumları). Mayıs ayı ortalarına yaklaşırken birden bire ne kadar uzun zamandır dağlara gitmediğim aklıma geldi. Acaba olmadık bir tarihte benimle dağa gelmek isteyecek biri çıkar mıydı diye düşünürken, doğrudan Cihan'a telefon ettim ve dakikalar içinde geziye karar verdik.

Aladağları istememiştim. Hasan Dağı ise hiç aklıma gelmemişti. Zaten gelse de sanırım gitmezdim. Şöyle yüksek ama çok da sert olmayan bir yer istiyordum. 3700 metreyi aşan boyu ile Küçük Erciyes Dağı sanırım iyi bir aday oluyordu. Kuzey çanağı içinde hiç çıkılmadığını düşündüğüm bir hat vardı. Eğer gözümüz keserse onu deneyebilirdik, ya da başka bir yerlerinden çıkabilirdik. Sonra da 30 sene önceleri yaptığımız gibi, kampımızı sırtlayıp başka bir vadiden geri dönerdik.

Bir dizi nedenden dolayı kendi aracımızla ya da uçakla gitmeyi istemedik. Sonunda tarihi tekrar etmek ister gibi otobüse kaldık. Otobüsler 30 yıl öncesinin Mercedes 302'lerinden biraz daha konforlu ama en büyük rahatlık artık araçta sigara içilmemesinden kaynaklanıyor. İkinci temel fark ise uzun zamandır otobüslerin daha yavaş gidiyor olmaları. O zamanlar yolda 150-160 km yapan otobüsler normalden sayılırdı ve tabii ki uçak kazası görüntülerini aratmayacak kazalar şimdiye göre daha sık meydana gelirdi.

Keyifli bir şekilde Kayseriye tam girecekken otobüs dev bir binanın önünde durdu... Burası yeni terminal binasıymış. Çevreye baktım, onlarca katlı TOKİ binaları ile dolu, gayet "urban" bir bölgedeydik. Çaresiz indik ve Hacılar'a gidecek bir taksiye işaret ettik. Gizlenemez bir sevinçle üzerimize saldıran şoföre çantalarımızı verdik ve yola düştük. Biz İstanbul'da taksileri ulaşım ağının doğal bir uzantısı olarak algılıyoruz. Kayseri ve Türkiye'nin pek çok ilinde ise durum pek öyle gözükmüyor, doğrudan yerel Mafyaya bağlı gibiler. Araç yola çıkar çıkmaz taksimetre uçmaya başladı. Hacılar merkezde durduğunda ise 60 TL'ye çok yaklaşmıştı. Güzel bir kahvaltıdan sonra Hacılar'ın bir başka taksisi de 60 TL karşılığında bizi "Su deposu" denen, 2200 metreye yakın yükseklikteki bir yere bıraktı. İki bin metrenin üzerindeki bir noktada, ağır sayılabilecek sırt çantamı yüklenmek, dağlardaki ilk günlerimden beri olduğu gibi, gene güzel gelmişti. Karşımızdaki dar vadiye girdik. Yanlış seçimmiş. Önemli değildi. Birkaç zar zor hamleden sonra vadinin sonundan bir sırt hattına çıktık ve 31 yıl önce gecelediğimiz dağ evini de görerek kamp alanımıza vardık.

Meteoroloji kafa karıştırıcı bilgiler vermişti. DMİ'ye göre yıldırımlar, fırtınalar vs. olması gerekiyordu. Mountain-forecast ise 3000 metre için bir gece hafif yağış, diğer günlere güneş yazmıştı. Tabii ki ikincisine güvenmiştim. Bizim DMİ ile ilgili anlatılan dedikoduya göre, yakın tarihte bir sefer "güneş" öngürmüşler ama o gün fena halde yağmur gelmiş ve devlet büyüklerimizden birisi fena halde "ıslanmış". Yetkililer de ciddi biçimde fırça yemişler. O gün, bu gündür yorumlarını hep yağmur ve fırtına tarafına doğru zorluyorlarmış.

Öğlen saatlerinde kampı kurduk, hava da kapamaya başlamıştı. Gece epeyce yağdı. Ardından fener gibi patlayan dolunay her yeri ve her şeyi aydınlattı. Saati 04:00 kurmuştum. Sabah erken bir kalkış ve 14:00 olmadan kampa dönüp bir sonraki öğleden sonrası fırtınasını çadırda karşılamayı öngören bir plandı. Saat herhalde çaldı ama duyan olmadı, 05:00'te, çadıra gelen ilk gün ışıkları ile harketlendik. 06:45'te de yola çıktık. Daha önce çıkılmadığını düşündüğüm kuzey hattının son bölümleri yeterince karlı değildi. Erciyes'in yapısı çok ama çok çürük olduğu için oraları karsız olarak geçmeyi asla düşünmüyordum. Büyük Erciyes ile Küçüğü birbirine bağlayan sırt hattına ulaşıp, oradan zirveye çıkabilirdik. Ona da pek aklım yatmadı. Kaldık 31 yıl önce, aynı günlerde çıktığımız aynı rotaya...

Hava çok güzeldi, kar çok sertti, Anadolu'nun bozkırı tamamen yeşildi, çevreyi seyre doyamıyordum. En güzeli de, hiç zorlanmadan, dağın huzurlu bir tempo ile ayaklarımın altından akıp gidişini izliyordum. Açıkçası 31 yıl sonra aynı rotayı tekrarlamak ilginç bir ikilemi de yanında getiriyordu. Acaba "Lan olm, onca yıl önce yaptığını tekrarlıyorsun, hiç gelişme göstermemişsin" mi diyecektim? Yoksa "Helal lan, 25'inde aslan gibi delikanlıyken yapabildiğini hala becerebiliyorsun" mu diyecektim? Aslında her ikisi de geçerliydi ve dağda olmak o kadar güzeldi ki hiç biri umurumda değildi. Dağın kuzey-batı yüzündeki kar kulvarından batı yüzüne çıkacaktık. Kulvar uzaktan yanıltıcı bir şekilde dik duruyordu. Altına gelince yanıltıcı bir şekilde yatık göründü. Ortalarını geçince ise nedense çok dikleşiverdi. Kar tahminimden ve 1983'tekinden daha sertti. Hele son metrelerde sol elimde buz çekicim olsa kendimi çok daha rahat hissedecektim diye düşündüm. Söz konusu çekici kampa kadar getirip, "ağırlık etmesin" diye çadırda bırakmıştım!

Batı yüzündeki kar rotası da oldukça sert bir kar yüzeyiydi. Rahat tırmanıldı ve kısa bir sırt hattına geldik. 83'te dağda çok daha fazla kar vardı ve bu bölümden aklımda hiçbir ayrıntı kalmamış. Herhalde rahatça geçip gitmiştik. Bu sefer kar çok azdı, olan da zaten tutmuyordu. Çok sağlam rüzgar yiyiyorduk ve kayalar dingildeyip duruyorlardı. 90'lı yıllarda birkaç tane buna benzer zirveden metreler kala Cihan ile dönmüştük. Bu sefer dönmedik... dönemedik... Dönersek bir daha gelebilir miyiz bilmiyorduk. "Aman abi dikkat et" uyarıları ile zirve noktasına 11:55'te çıktık. Cihan ile hemen 31 yıl önce verdiğimiz aynı "Selfie" pozunu verdik. Açıyı tam tutturamamışım ama idare eder diye düşünüyorum. Ertesi gün aşağacağımız vadilere baktık. Yeni yapılan kayak sahalarını görmek istiyordum, bu nedenle kuzeye doğru gidecektik. Fazla oyalanmadan, inişi doğrudan dağın güneyine uzanan kar dili üzerinden yapıp 3300 metreye gelince sağa doğru vadileri aşmaya başladık.

 17 Mayıs günü sabah güneşi iyice yükseltip, biraz da dağın keyfini çıkarmaya özen gösterip, hazırlandık ve yola çıktık. Birkaç vadi sonra kayak tesislerine ulaşmıştık. Liftlerden bir tanesi 2700 metre civarındaki bir binaya gidip geliyordu. En azından o binada tost ve kola olacağını umarak yan geçmeye başladık. Yaklaştıkça bina büyüdü ve bizim tost hayallerimiz de farklı kebap türlerine "upgrade" etti. Sonunda kapısında "Lifos Cafe-Restaurant" yazan binaya girdik. Yurt dışında benzer yüksekliklerde, üç-beş dağ evine girmişliğim var. Buradaki, hepsinin toplamından daha lüks ve keyifli bir yere benziyordu. Elimize menüyü aldık, fiyatlar da gayet makuldü. Sonrasında kendimizi kaybetmişiz...

Oturduğumuz yerden bakıldığında karşımızda Erciyes'in onlarca yan volkan konisinden birisi görülüyordu. Yüksekliği 2500 metre civarında olmalıydı. Zirve çevresini dolanan kesintisiz çizgiyi iyi tanıdığımı düşünüyordum. Hemen eşim Şengül'e telefon ettim. "Şengül Hocam, Kayseri merkeze çok yakın, iyi bilenen bir Demir Çağı kalesi literatürde geçiyor mu? Eğer geçmiyorsa bir tane keşfetmek üzereyim". Karşımda çok tipik özellikleri ile M.Ö. 1200-900 tarihleri arasına tarihlenebilecek dev bir kale kalıntısı duruyordu. Literatürde fazla adı geçmiyormuş zaten de daha 2012 yılında tescili yapılmış. Henüz kimse de Demir Çağı'na ait olduğunu iddia ya da ispat etmemiş. Lifos Kalesi ismiyle bilinen bir yerdi.

Yemeğin keyfi ile kendimizden fazla geçmeden dağı nasıl tahliye edeceğimizin telaşına düştük. Gondollar bizi 3.- TL karşılığında aşağı istasyona götüreceklerdi ama oradan sonrası Allah'a, yada yöre taksicilerinin insafına kalmıştı. Cihan bir tanesine ulaşıp Hacılar'ın merkezine götürmesi için 100.- TL gibi bir fiyat aldı (toplam 7+7, yani 14 km!!). Bunu duyunca sağ elimle anlamlı bir işaret yaptım. Sonra Hisarcık-Develi yoluna inmeye karar verip kendimizi aşağıya saldık. 1 saat 20 dakika sonra asfaltın kenarında dolu otobüslere el sallıyorduk.

Sonuç

Küçük Erciyes Dağı 3700 metrelik zirvesi ve görece kolay erişimi ile hiç de fena bir dağ değil. En azından arada sırada birilerinin gidip gelmesini hak edecek kadar güzel bir yer. Tavsiye ediyoruz.